Page 185 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 185

Sebahattin Günday | Sancı

            gelmişti. Ya da hiç ayrılmamış, gitmemişti. Ben göremiyordum ya da görmeyi
            bilmiyordum.

               Şimdi her fotoğrafta ona bakar gibi kendime, kendimde ona bakıyorum.
            Torunlarını özler, çıkar gelirdi. Hep öyle yatardı koltukta. Ameliyatlar, ilaçlar,
            tedaviler… Yorgun düşmüştü emeklilik yıllarında. Oturmayı değil koltukta uzan-
            mayı severdi. Yine öyle yapmış. Bir kolu ensesinde, başının ve yastığın arasında.
            Diğer kolunu yanından koltuğun üzerine doğru uzatmış, eli koltuktan aşağıya
            sarkmış. Çam reçinesi, çam talaşı kokardı elleri. Çalıştığı, marangozluk yaptığı
            yıllarda şiir gibi işlediği ahşap işlemelerinin üzerinde, bir ipek kumaşta gezer-
            cesine onları okşayan ellerini hatırlıyorum. Çok da güzel resim yapardı o eller.
            Kara kalem resimler. Babamın çizdiği kuşlar geçiyor gözlerimden. Güvercinler,
            keklikler en çok da yağmur kuşları... Kuşlar derken yüzüme, yüzüne bakıyorum.
            Uykudaki gözlerime, gözlerine… En çok gözlerimiz benzerdi birbirine. Gözler
            hiç değişmiyor. Gözler hep aynı. Çocukken aynı, büyürken aynı, yaşlanınca aynı.
            İnsan gözden ibaret. Yaşarken bir bakış, ölünce bir bakış, bir göz olarak kalıyor
            dünyada. Saçlarıma, saçlarına bakıyorum. Ağaran, beyazlaşan saçlarıma… Kar
            yağmış saçlarıma, saçlarına. Şakaklarına, şakaklarıma kar mı yağdı, ne var? Kar
            geliyor aklıma. Kar yağıyor ve içim ısınıyor. Çok kar yağardı eskiden. Babam
            karı çok severdi. En güzel kar yağınca gülerdi babam. Kar bereket, temizlik,
            kar ekmek derdi. Yüzü ışıl ışıl olurdu. En çok, en güzel, kar yağarken gülerdi.
            Babam hep hüzünlü, sinirli, ağır düşüncelerle yüklü görünürdü kar olmadığı
            zamanlarda.
               Ne yaptıysa çocuklar yaptı. Onlar beni bu hâle getirdi. Onlar olmasa ben
            böyle olmazdım. Onlar olmasa babam da olmazdı. Onlarla baba oldum. Onlarla
            babam oldum. Onlara bakıp babamı, kendimi görüyorum. Babama bakıp onlara,
            kendime gidiyorum. Bir yürüme, bir koşma, bir büyüme telaşı almış başını gidiyor
            onlarda. Büyüyünce ne olacaksa… Ne olacak? Ben olacaklar. Şimdi küçükler.
            Şimdi çok küçükler. Üçü de küçük. Hiç büyümüyorlar sanki. Hatta büyüdükçe
            küçülüyorlar. Onlar büyüyor, ben küçülüyorum. Gün boyu koşmaca, gün boyu
            büyüme, paylaşma, var olma, varlığını kabul ettirme isyanları... Arada hasta-
            lıklar, kazalar, düşmeler, yaralanmalar... Hepsi büyüme telaşından. Ne olacaksa
            büyüyünce. Uyumuyorlar. Uyumak istemiyorlar. Uyuyunca dünyadan, hayattan
            bir şeyler kaçırıyormuş gibi uyuyorlar. Biz uykuda büyürdük, şimdiki çocuklar
            ağlayarak büyüyorlar. Oyun, oyun, oyun… Geç saatlere kadar oyun… Sonra
            yorgunluk, sonra bir köşede düşüp uykuya dalmalar. Kucağıma alıp yataklarına

                                                                                    185
   180   181   182   183   184   185   186   187   188   189   190