Page 201 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 201

Bülent Can | Gölge Oyunları
                                         Gölge Oyunları


                                           B ülent C an







               Kafam zonkluyordu. Ne yapsam ne etsem yoğunlaşamıyordum. Beynimde
            nehirler çağlıyor, lakin bir damlasını kâğıda dökemiyordum. İç kavgalarım
            beni yiyip bitirirken bir hışımla kapı açıldı. Eşikte ses bombasına dönüşmüş
            bir gölge vardı. “Bıktım senin hayal dünyasında yaşamandan. Kendini Martin
            Eden mi sanıyorsun? Bu evin sorumluluğunu yüklenmekten, seni sırtımda
            taşımaktan bıktım. Dilimde tüy bitti iş bul diye diye. Sen ne yapıyorsun? Ha,
            sen ne yapıyorsun? Varsa yoksa yazı. Seni yazılarınla baş başa bırakıyorum.”
            diyerek kapıyı çarpıp gitti Hülya.
               Uzun bir süre öylece bakakaldım ardından. Gözlerim gidenin ardından bak-
            maktan yorulup masaya düştüklerinde masanın üzerinde iki kırmızı mürekkep
            damlası gördüm. Elimdeki kalemin mavi olduğunu idrak ettiğimde daha dikkatli
            baktım onlara. Bunların birer kan damlası olduğunu anladığımda dehşete kapıl-
            dım. Telaşla, ellerimi, parmaklarımı inceledim, sorun yoktu. Kan damlalarının
            izini sürdüm. İz beni kalbime götürdü. Metrûk bir binanın hüznü çöreklenmişti
            üstüne. Tinerciler gelip daha mesken tutmamıştı onu, yağmalanmamıştı da…
            Ama kapıları, pencereleri paramparçaydı ve bozuk bir çeşme gibi damla damla
            kanıyordu. Masadan kalktım. Hülya’mın peşinden koşmak istedim, koşup,
            onu sahip olduğu yere getirmek… Yüreğinde de hapsetsen, hapis hapistir, dedi
            içimde bir ses. Aşkımın gardiyanı olmak istemedim. Küçük adımlarla geri gelip
            yerime oturdum.

               Güneş her zamanki gibi doğmuştu. Parlaklık her zamanki parlaklıktı. Kendimi
            dışarı attım. Kalabalığa karışıp kaybolmaya can atıyordum şimdi. Adımlarımı
            büyüttükçe büyüttüm. Vapurlardan, metrolardan, otobüslerden inen insanlar,
            büyük bir sel olup caddelerde akıyordu. Bu insan seline kapılıp gittim.
               Birbirinin yüzüne bakmadan koşuşturan karıncalar gibiydi insanlar. Ne
            selam ne kelam… Herkes kendi derdini yüklenmiş, koşuşturuyordu. Kimisi işine




                                                                                    201
   196   197   198   199   200   201   202   203   204   205   206