Page 203 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 203

Bülent Can | Gölge Oyunları

            sokağa saptı. Küçük bahçe içinde buz mavisine boyanmış evi görünce ayakları
            hızlandı. Bahçe kapısını yavaşça açtı. Doğallığından koparılmış, bodur ağaçlar
            arasından geçerek eve ulaştı. Zile bastı. Bir erkek gölgesi karşıladı onu. Bu saatte
            evindeki erkek gölgeyi görünce bir başka oldu Hüsnü. Çatık kaşlarla kapının
            açılmasını bekledi. Ağır ağır açıldı kapı. Kapıda karısını görünce rahatladı.
            Kadın da kocasına bakınca bir garip olmuştu. Hüsnü erken davranıp sordu:
            “Ne bu hâl?” “Ne varmış hâlimde… Asıl sen kendi hâline bak.” dedi kadın.
            “Baksana gölgene… Erkek gölgesi.” İlk defa gölgesine baktı kadın. Gölgesini
            görünce garip bir kahkaha attı. Sen de kendi gölgene baksana… Seninki de
            kadın gölgesi. Yavaşça gözlerini gölgesine indirince şok oldu Hüsnü. “ Yetti
            artık be! Haydi, karakola gidiyoruz.” diyerek karakolun yolunu tuttular. Kara-
            kola geldiklerinde şok üstüne şok yaşadılar. Tüm şehir karakola akmıştı sanki.
            Karakolun önü mahşer günü gibiydi. Sıranın kendilerine gelmesini beklerken,
            sağda çömelmiş adama gitti gözleri. Adamın gölgesi yoktu. Önce ona imrendi
            Hüsnü. Sonra adamın kendini çıplak hissettiğini fark etti. Mahrem yerlerini
            kapatmak için büzüldükçe büzülmüştü adam. Dışarıdan siren sesleri geliyordu.
            İnsanı rahatsız eden sesler gitgide yakınlaşıyordu. Sonra ateş böcekleri gibi yanıp
            sönen mavi ve kırmızı ışıklar yardı karanlıkları. Ne olduğunu anlamamıştım.
            Çok da umurumda değildi. Beynim, kapıyı çarpıp giden Hülyamdaydı. Gözle-
            rim, kanayan yüreğimdeydi. Rahatsız edici bir ses çınladı kulaklarımda birden.
            Kulağımı kapıya verdiğimde sesin kapıdan geldiğini gördüm. Kapı çok şiddetli
            vuruluyordu. Hülyamın dönmüş olabileceğini düşünerek koşar adım kapıya
            gittim. Benim kapıyı açmamla birçok üniformalı insanın üstüme çullanması bir
            oldu. “Yere yat! Yere yat! Polis!” Neye uğradığımı şaşırmıştım. Anî bir hare-
            ketle yüzüstü yere yatırıldım. Yüreğimin kanamasına yere çarpan burnum da
            eşlik ediyordu şimdi. Burnumun kanamasına aldırmadan yerde tepeden tırnağa
            üstümü aradılar. Kaba bir şekilde ayağa kaldırdılar.
               “Ne yaptığını sanıyorsun sen?” diye sordu içlerinden biri. Anlamsız soruyu
            soran adam baktım. “Öykü yazıyorum.” dedim şaşkın bir hâlde. “Kardeşim,
            öykü yazacaksan doğru dürüst yaz. Daha önemlisi karakterlerine sahip çık. Bütün
            sokakları istila ettiler. Gölgeleri birbirine karıştı. Kadınların, erkek; erkeklerin
            kadın gölgeleri oldu. Kimileri ise gölgesiz kaldı. Bütün şehir ayaklandı. Ne
            kanun kaldı ne nizam. Senin bize kastın mı var ya? Hemen yok et şu yazdığın
            saçmalıkları da her şey eskiye dönsün.” dedi. Masaya gittim hemen. Elime aldım
            kâğıtları. Ağır adımlarla sobanın yanına... Yavaşça kapağını açtım. Elimdeki


                                                                                   203
   198   199   200   201   202   203   204   205   206   207   208