Page 103 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 103

Macidegül Batmaz | Camdan Güneş
            dalacak ama başına bir şey gelecek olursa küçük mumlarıyla işaret verebilecek ve
            fenerden onu gören Kürekçi, imdadına yetişecekti.
               Ertesi sabah Kürekçi, tüm taraflar için kârlı olan bu anlaşmayı başlatan adımı atıp
            Kuyumcu’nun dükkânına gitti. Fakat bütün şartlara uyduğu söylenemezdi, zira ihtiyar
            maden avcısının hediyesi olan kıyafetler üzerinde değildi. Kemerini de fenerde bırak-
            mıştı. Yosun yeşili yamalı gömleği, siyah bir kuşakla belden sıktığı tozlu şalvarıyla içeri
            girdiğinde, Kuyumcu’nun gerçek zenginliğini saklamak için dikkatle eskittiği duvar
            halılarından biriymiş de en ufak zelzelede, eşikten ilk geçenin başına kapanacakmış
            gibi gözüküyordu. Çukurlarına batmış gözleri, bütün geceyi düşünerek geçirdiğini
            ele veriyordu.
               Dükkânın ortasına ulaştığında karşısına Kuyumcu çıktı. Kürekçi’yi baştan aşağı
            süzünce teklifinin asıl yarısını ciddiye almamış olduğunu gördü. Bozulduğunu belli
            etmedi: “Yeni ekmek teknene hoş geldin. Pusulamız artık sana emanet.”

               Kürekçi yeni ustasının elini öpüp başını kaldırdığında altın suyuyla cilalanmış kahve
            tepsisini tutan süt beyaz elleri gördü. Balıketli oluşundan, iyi yiyip içtiği belliydi kızın.
            Yüzü de canlı kanlıydı. Kuzgun kıvırcık kısa kâkülü altından parlayan mavi boncukla-
            rını Kürekçi’nin fersiz gözleri şöyle dursun, pespaye kılığına bile değdirmeye hevesli
            gözükmüyordu. Genç adamın on beş yıldır üzerinde taşıdığı deniz leşini koklamış
            gibi yüzünü fincanlara gömüp tepsiyi bıraktı. İçerideki odaya kaçtı.
               Kürekçi, büyük bir suç işlediğinden emindi. Ustasından izin isteyip hemen fenere
            koşturmak, yeni giysilerini giyip koku sürünmek, böylece deniz ölüsünü yakıp külle-
            rini toprağa savurduğunu göstermek istiyordu Kuyumcu’nun kızına. Bu düşüncelerle
            karıncalanmış aklı, öğle molasıyla biraz rahat buldu. Kuyumcuyla beraber yine fenere
            yürüdüler. Balıkçı çoktan almıştı yerini. Çay pişerken, Kürekçi kırık aynalara danıştı,
            giyindi. Zümrüt kemerini de beline geçirdi.

               Tekrar dükkâna dönerlerken Kuyumcu az konuştu: “Gençlik yalancı bahardır,
            evlat. Hiç bitmeyecek sanırsın. Sonra birden gökler kararır, bulutlar tepene çöker.
            Saklandığın delikten başını bile çıkaramazsın. Hava henüz açıkken, evinin yolunu
            bulman gerek.” Sözlerinin tesir edeceğinden emindi, çünkü Kürekçi’yi giyinip kuşan-
            mış gördüğünde hizaya geldiğini anlamıştı.
               Hâlâ dükkânı toplamakla meşgul Kuyumcu kızı, Kürekçi’nin kemerinden gözlerini
            ayırmıyordu. “Başka bir isteğin var mı, babacığım?” diye soruyor, babası “Yok,” deyince
            en sevdiği masal yarıda kesilmiş bir çocuk gibi ağlamaklı oluyor, sonra babası “Ama
            sen yine de bir yere ayrılma. Lazım olabilirsin,” diye ekleyince heyecanla dikildiği yere
            mıhlıyordu kendini. Bu kemer, hangi masal diyarlarından, hangi büyülü saraylardan



                                                                                    103
   98   99   100   101   102   103   104   105   106   107   108