Page 104 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 104
Emir Kalkan Hikâye Yarışması
kaçırılmıştı? Salkımlarını hangi eller yerleştirmiş; demirini, aşılmaz deryaları mesken
tutmuş haydutlar mı dövmüştü? Peki ya Kürekçi? Bir servet edecek bu bel bağını elde
etmek için hangi fenalıkları yapmıştı?
Sessizce kendisini seyreden kızın varlığı, önce hoşuna gitti Kürekçi’nin. Ama çok
geçmeden, büyü bozuldu, Kürekçi’nin tezgâha yapıştırdığı elleri yolunu bulamaz
oldu. Altınla, elmasla büyümüş bu kız, ayaklarına ilk kez batan taşın ne olduğunu
anlamaya çalışıyor gibi inceliyordu kemeri. Kuyumcu’da çalışmaya başladığından beri
kemeri ne zaman belinde olsa, kız yanı başında bitiyor; fincan fincan kahve, şerbet,
avuç avuç lokum getiriyor, “Çok çalışıyorsun, güç yapar,” diyordu. Beline adi bir ip
doladığı günlerde ise belki bir bardak su getirmek için ortaya çıkıyordu. Kürekçi’nin
suyunu bitirmesini bile beklemeden, etrafa ekşi peynir kokusu yayılmış gibi yüzünü
buruşturup içeri giriyordu. Kızın ekşiyen yüzü, Kürekçi’nin karnını yakıyordu.
Nihayet, karın sancısı dayanılmaz bir hâl aldığında harekete geçti. Kızın yüzünü
görmeyecekti. Yani gözlüklerini kıracaktı. Fakat bunu hangi kazayla açıklayacağını
bilmediği için camları kulağına dayamasına yarayan çubukların birini kırmakta
buldu çareyi.
“Çok sıkmışsın, Usta. Açayım derken birden tuz buz oldu.”
“Ziyanı yok, yarın hallederim. Üç tane yedek var, birini seç işte.”
“Yok, beklerim ben. Buna alıştım.”
Böylece sahte gözlerinden bir gün için de olsa kurtulmuştu. Ustasını oyalayarak
bu süreyi bir haftaya çıkarmayı başardı. Yine de bu kısa aranın ardından, gözünde iki
camla işine devam etmek zorundaydı.
“Buyur gözlüğünü. Artık dikkatli olsun diyor, babam. “Kuyumcu’nun kızı yine
görünmüştü. Beyaz tombul ellerinden gözlüğünü alan Kürekçi, kızın yine zümrütlü
kemerle oynaştığını fark etti. İstemeden elini beline götürdü, içeri gidip kemerini
çıkardı ve yerine eski bir ip bağladı. Sonra hiçbir şey söylemeden kemeri kıza götürdü.
O da aynı dilsizlikle hediyeyi kabul etti. Hiç soru sormadı. Kızın, kemerin üzerinde
sanki korkuyormuş gibi gezdirdiği ellerini hayretle izledi. Bu elleri, kendininkiler
üzerinde hayal etmek istedi ama güneş, rüzgâr, tuz ve yumruk dövüşlerinden yaralar
ve nasırlarla dolmuş, kayışlaşmış cildi, kendini bu hayale layık görmesine engel oldu.
O gün ilk defa gözlükleriyle aynaya baktı. Daha çocuk yaşta tanıştığı sular tama-
men çekilmiş, sarının en çirkininden kıvrımlarla dolu bir çöl kalmıştı geriye. Camları
hemen çıkardı gözlerinden ve aynadaki çöle yağmur yağdırdı.
“On altından fazla etmez bu zincir.”
104