Page 105 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 105

Macidegül Batmaz | Camdan Güneş
               “Ne diyorsun beybaba? Çin padişahı, has odasını bununla sürgülermiş.”

               “Çin padişahı, Maçin sultanı bilmem. Ben gördüğümün değerini tartarım. Beğen-
            mezsen başkasına gösterirsin.”

               Kuyumcunun restindeki endişeyi, gözlüklerini takmamış olsa fark edemeyecekti
            Kürekçi. Kendi gözleriyle Kuyumcu’nun her türden antika parçasına, maddeye duy-
            duğu hırsı sezinlemekten öteye geçemezdi.
               “Peki, dediğin gibi olsun. Nice on altınlara sat. Satarken şu fakire attığın kazığı
            da unutma.”
               “Buyur, altınlarını hayrını gör. Fazla da terennüm etme.”

               Çin sarayları, İran altınları, fokurdayan yakut dağları, şimdi Kuyumcu’nun başka
            zamanlarda kurumuş hayallerini suluyor; sultanların, şahların, peri kızlarının tenle-
            rine değmiş bunca taşa, oturduğu yerden sahip olmanın gururunu yaşıyordu. Ve daha
            nice madenlerin sinsi rüzgârlarla dükkânına taşınmasını diliyordu. Tıplı Kürekçi ve
            kemeri gibi.
               Yine gözlüklerini kırdı Kürekçi. Yine zaman kazandı ve zaman ona inat bir kez
            daha uçup gitti.
               “Anlamıyorum sanma. Bu son tamir edişim. Bir dahaki sefere maaşından keserim.”

               Kuyumcu’nun kızına çarşıda eşlik etmesi gerekmeseydi, camlarını bir daha hiç
            onarılmamak üzere parçalamaya hazırdı. Fakat kıza göz kulak olması için etrafını
            görebilmeliydi. Yatak döşek, tas tarak lazımdı, halı lazımdı. Sonra un, lazımdı, kuş
            üzümü, kına lazımdı. Gelinlik lazımdı. Kürekçi nikâh alışverişine çıkarılmıştı.
               Kuyumcu’nun kızı genç adamı tanımaz gibi önden gidiyor, arada sırada yüzünü
            Kürekçi’den yana çevirip bir şeyler homurdanmayı ihmal etmiyordu. Sonra tekrar
            sırtını dönüyor, yola devam ediyordu. Kürekçi ise çarşının dar kısımlarını yararak
            geçmek zorunda kalıyor, kalabalığın kendisine çevirdiği şaşkın suratlarına aldırmak-
            sızın kızı takip etmeye çalışıyordu: “Gözündeki ne?” “Neden camla geziyorsun?”, “Sen
            kör müsün yoksa?” “Önüne bak be, dört göz!”
               Kuyumcu’nun kızı nihayet gönlündeki ipek kaftanı bulabildi. Çarçabuk üzerine
            geçirdiği şarap rengi elbiseyi aynada seyre dalmıştı ki biraz arkasında dikilen ana
            kızın kıkırdamalarıyla uyandı.
               “Yarım dünyaya dönmüş, hem de bu yaşta!”
               “Ay, nasıl da zorluyor! Yırtmasa bari.”




                                                                                    105
   100   101   102   103   104   105   106   107   108   109   110