Page 109 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 109

Çekmece


                                           Pın ar Öğ üt







               Anahtarı deliğe sokarken unuttuğunu sandığı o kokuyu duydu. Bazı şeyler hiç
            değişmiyordu. Babası artık yoktu. Annesi başka bir şehirdeydi. Bu eve ne zamandır
            kimse girmemişti, bilmiyordu. Ama çocukluğuna ait o koku hiçbir yere gitmemiş,
            sanki yıllarca orada beklemiş, şimdi merdiven boşluğunda kendisini karşılıyordu.
               İçeri girdi. Ayakkabılarını çıkarma gereği duymadı. Halılar kimseye lazım değildi.
            Bu eşyalar kimseye lazım değildi. Ve hiç kimse bu eşyaların biriktirdiği hatıralara
            katlanacak güçte değildi.
               Eşyalar… Tüm bu eşyalar… Her biri, eski bir gösterişin ürünüydü: Kadife perde-
            ler, büyük yemek masası, işlemeli vitrin camı, İran halıları, şifon örtüsüyle karyola,
            gardırop… Her biri, saygın bir ailenin kızına yakışacağı düşünülerek satın alınmıştı.
            Daha sonra başlarına gelecekleri kimsenin tahmin edemeyeceği bu eşyalar, onun
            için her zaman ümitsizliğin, işsizliğin ve sıkıntının timsali olmuş, yıllar sonra, o an
            bile rüyalarında ara ara görünerek bilinçaltındaki karanlık varlıklarını belli etmişti.
               Oysa her şeyin başında, anne ve babasının ilk evlendikleri günlerde bunların birer
            mutluluk timsali oldukları kesindi. Babasının henüz düzgün bir işinin olduğu, anne-
            sine sevgisini gösterdiği günlerde, her şeyin iyi olduğu zamanlarda…
               Hatıralar uzaklaşan bir tren gibi kayboluyordu boşlukta. Uzaktan seçmeye çalışı-
            yordu çocukluk günlerini o kara trenin pencerelerinden. Renkleri solmuş fotoğraflar
            gibi silinmeye yüz tutan çocukluk hatıraları hep yaşadığı sokağa aitti. Bahçesinden
            çiçek topladığı komşuları, evde pinekleyen babasına inat çıkılan sokaklar, sokağın
            belirli yerlerinde, tek tük çimler vardı. Güneş o zamanlar hep yukarıdaydı. Geceleri
            unutturacak kadar çok kalıyordu gökyüzünde. Belki uykular çok derin olduğundan
            geceler daha kısa gibi gelirdi. Güneşli öğlenler, ikindilerse çok uzun sürerdi. Rüzgâr
            hep lodostu. Ilık ılık eserdi. Yüksekten atladığında ayak tabanları acırdı. Dizlerin-
            deki yaralar çabucak iyileşirdi. Sanki bu yüzden, ikide birde annesi uyardığı hâlde
            kanatır, kabuklarını zevkle derisinden ayırırdı. Ufacık köşelerde dünyalar kurardı.
            Çamurdan yemekler, taşlardan evler yapardı. Akşam olunca babalar kollarının altında
            ekmeklerle sokağa girerdi. Babası gelen birazdan annesinin kendisini çağıracağını
            bildiğinden son bir gayretle oyuna asılırdı. O asılmazdı. Babası zaten evde olduğundan,


                                                                                    109
   104   105   106   107   108   109   110   111   112   113   114