Page 100 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 100

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
               Kürekçi görmemişti ama kemerin tam ortasında bir demir vardı.

               “Gözlerin ölmüş, Kürekçi. Artık diretme, sudan çıkar ayağını.” Eski tayfasının
            uzağı göremeyen gözlerinden dökülen sözler, yüreğine dokunmuş olacak ki yaklaştı,
            kemerini Kürekçi’nin beline sardı: “Genç adamsın. Zümrüt, elbette işine yarar.”
               “Ölmüş gözlerle ne yapılır?” diye sordu Kürekçi, öğle vakti yine fenerde biten
            Kuyumcu’ya. On aydır biliyor da söylemiyordu ihtiyar. Umursamaz bir tavırla, ak
            kaşlarının ortasını kaşıdı: “İstersen yine görebilirsin.”
               “Çaresi var mı yani?”
               “Ölümden başka her şeyin çaresi vardır be Kürekçi! Bu kadar kafanı yorma. Yarın
            benim dükkâna gel.” Sonra, yarın çok geç olacakmış gibi fikrini değiştirdi: “Haydi
            kalk, gidiyoruz!”
               Duvar gibi dümdüz ettiği suratından, Kuyumcu’nun sır vermek istemediği belli
            oluyordu. Otuzuna yeni basmış Kürekçi’nin ise aklı “neden” lerle, “nasıl olur” larla
            doluydu. Beline zümrüt işlemeli, demir ortalı kemer takılacak kadar genç; gemiye ilk
            adım attığı gece dalgaların değil de doğum sancısına diş sıkamayan anasının çığlık-
            ları yüzünden dehşete düştüğü Kaptan oğlunca emekliliğe ayrılacak kadar yaşlıydı.

               Kuyumcu, göklerden yağmur sözü almış gibi iyice açıp birleştirdiği avuçları üze-
            rine kondurduğu demir çerçeveli camları gösterdi, sesi gurur doluydu: “İşte, artık
            görebilirsin.”
               “Çare dediğin bu muydu? Dürbünle mi gezeceğim?” Kürekçi’nin yüreği sıkışıyordu.

               “Buna gözlük derler, evlat. Ta şu karşı dağlarda dolaşan kurtları bile görürsün
            bununla. Asıl güzelliği ne biliyor musun? Sadece görmeyene gösterir. Görüp de buna
            el uzatanın gözlerine buzlar iner.”
               Bir seher vakti kara, uzaktan kendini gösterdiği hâlde dümeni ters yöne kırınca
            limana iki gün geç varmışlardı. Sis yüzünden, diye avutmuştu kendini. Gerçi göz-
            lerinin ihanetinden epeydir haberdardı. Marakeş’te, batan gemisinin son mallarını
            dağıttığını söyleyen bir tüccardan satın aldığı ve yalnızca kara göründüğünde ve her-
            kesten gizli olarak kullanmaya yemin ettiği gümüş kordonlu dürbünüyle epey idare
            etti. Gemisiyle buluştuğu bu son seferin bitişine doğru sırrı ortaya çıkınca, dürbünü
            Kaptan tarafından ortadan kaldırılmıştı. Uzakları göremeyen, hele karayı seçemeyen
            denizcinin, gemide ne işi vardı? Alev topları arasında bile denizi görmeye cesaret
            edebilen, dumanı çiğden, fırtınayı kumdan ayırabilenlere layıktı bu gemide tayfalık.

               “Tamam,” dedi Kürekçi. Ama içinden “Yalnızca kara görününce kullanırım,” diye
            geçirdi.


            100
   95   96   97   98   99   100   101   102   103   104   105