Page 95 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 95

Şeyma Kaya | Aşkın Arka Bahçesinde
            aşkı yanına... Çok uzağa götürmeye gerek yoktu aslında... Bu yüreğin gökyüzü hazân,
            toprağı ise hüzündü sanki. Acısından kıvranıyordu aşk... Bu sızı onu zehirleyebilirdi
            adeta, ölmek istedi. Ne aşk olabiliyor ne vuslata dönebiliyor ne de ilerleyebiliyordu
            artık. İlk kez her şeyini kaybetmiş hissediyordu. Ölebilirdi ama ölemiyordu. Hüzün
            de geçirilen vakit ömür bile değildi. Cehennemi hissettiği bu ayrılık ateşi, bu yürekte
            alevlendi. Ne çok kayıp vermişti benliğinden... Aşkı bozmuştu tâ ikliminden... Aldı
            başını sonra, yolculayanı bile yoktu artık. Toparlanmak da imkânsızdı. Aşk ülkesi
            onu böyle görmesindi. Öz vatanına dönmeden önce bir menzil daha bulmalıydı. Biraz
            kendi olmalıydı. Az yürüyerek, biraz da sürünerek yürüdü yolları... Uçmak imkân-
            sızdı çünkü kırılmıştı kolları... Başka bir yürek ülkesi aradı bu geri dönüş yolunda.
            Yağmurlu bir ülkeye rastlamıştı en sonunda. Bardaktan boşanırcasına ıslanmış bir
            yürekti bu. Islanmak belki iyi gelebilirdi ona. Ferahlatacak suyu, bu yürek serperdi
            belki acı çeken ruhuna... Kanayan yaralarının bu “gözyaşı” saklı yürekte sarmak istedi.
            İçi kapanmayan yaralar kitabı gibiydi.
               Gözyaşı yüklü yürek yanına aldı aşkı... İklimini saldı gönlüne... En yağmurlu en
            fırtınalı yerlerine aldı onu... Ağladı aşk öylece tâ ki arınana kadar. Kısacık ömrü göz-
            lerinde canlandı. Bir amacı varken çıktığı bu yolda, hiçbir şeyi kalmadan dönüyordu
            yurduna. Bozulmayacaktı, kaybetmeyecekti, yitirmeyecekti... Kendini oluşturan
            sanatkâr yüreğe bir vefa borçluydu. Vefa mı? Şimdi onu bile kaybetmişti... Hâline bir
            baktı, ışıltısını göremedi... Mutsuz, umutsuz ve haraptı. Gözyaşı iklimine sığınmış bir
            arınma, bir ışık bekliyordu. Vakit ise hepsinden çok daha geçti. Dönülmez bir akşamın
            ufkuydu burası... Ha bir eksik, ha bir fazla, hiçbir şey fark etmezdi. Bu ülkede oldukça
            uzun bir arınma hâli yaşadı aşk... O kadar çok ağladı ki en çok onun gözyaşları hâkim
            olmuştu bu diyarda.

               Aşktan kalan bir damla gözyaşıydı artık. Yeryüzüne baktı ağladı, gökyüzüne baktı
            ağladı. Bakıp da ağlamadığı tek cisim kalmamıştı ülkede... Boşaltı bütün yükünü
            kâinata, artık hissettiği tek şey hissizlikti. Hiçbir şey hissetmeyene kadar ağladı aşk...
            Acıyı bile hissetmiyordu neredeyse... Her şeyden çok kendini aşk gibi hissetmiyordu
            yazık ki... Her yanı eksik, her yanı bir hiçti.

               Bu hiçlik düşüncesinden aldığı güçle ayaklandırdı yüreğini... Birazcık tâkâtiyle
            doğruldu gözyaşında... Artık başladığı yere dönmek zamanıydı. Bildi... Aşk ülkesi...
            Bin bir çiçeği baharında saklayan, ilhamını aşktan alan ülke hey! Onu en onulmaz
            yapan ülke! Sana geliyordu bu kırık, bu dökük aşk! Sanatkâr, elleri dert görmeye-
            cek yürek! Bu eser sana mı aitti acaba? Diye diye kavgalar ve hengâmeler eşliğinde
            ilerliyordu aşk. Tam da başladığı yerde eskisi gibi olmak istiyordu, eşsiz, kusursuz,
            yegâne... Olmazdı, olamazdı her şey aslında bir bahane.




                                                                                    95
   90   91   92   93   94   95   96   97   98   99   100