Page 94 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 94
Emir Kalkan Hikâye Yarışması
Bir başka yürek daha göründü ötelerden. Artık buna canı nasıl dayansındı. Ya
görmesin ya büsbütün buralarda kalsındı. Taş olsundu, toprak olsundu daha beter
olmasındı. Ama oldu... Hepsinden daha yakıcı bir yürek buldu aşk... Bunca yoldan
sonra bile geri dönülürdü belki derken tam da “Vuslat” ın kollarında buldu kendisini...
Bu ülke onu özlemle kucaklamıştı. Aşk, aşka doymuştu kendini ilk kez başkasında
bulmuştu.
İşte bu tam da korktuğu yok olma hâliydi. Vuslat ise aşkın gidemeyeceğinden emindi
artık... Ülkesi burası olmalıydı, bir durak lazımsa tam da burada durmalıydı. Güveni
gereğinden de fazlaydı vuslatın... Çünkü ona ulaşmak hiç kolay olmamıştı. Fakat hayal
kırıklıklarının canını yakmasına çok vakit yoktu. Aşkın irkilmesi çok zaman almıştı
bu defa... Neredeydi, burası olması gereken yer miydi? Kendisi neydi üstelik? Neydi
ne olmuştu? Bildiği tek şey yine gitmesi gerektiğiydi... Ama bu umduğu kadar kolay
değildi artık. Bu ülkeden kopmak diğerlerine benzemiyordu. Gitmek de kalmak da
zordu aslında. bunun sınamasını yapmak bile istemedi. Kolay olanı bulamazdı, bula-
madı da... İhtişamlı, kararlı ve kibirli aşk aklı başkasındayken artık eski görkeminde
değildi. Gözündeki hüzün perdesinin kapanması an meselesiydi.
Baktı vuslata uzun uzun... Yanında kalmak istedi. İkisine de yeterdi bu ülke. Tam
da onlara göreydi aslında. Aşk, vuslat ile yüceydi. Ama o, biraz şaşkın, biraz hayran,
biraz mutlu başladığı yolculuğuna, vuslatın ağırlığıyla devam etme kararı verdi.
Bu hâl başka bir yük olmuştu omuzlarında... Bundan sonraki ülkeleri az çok kesti-
rebiliyordu şimdi gözüne. Onu bekleyen duygu vahimdi, besbelliydi. Aşk bıraktığı
harabenin ve aldığı yaraların acısıyla uçmak istedi yeniden... Ama bitkindi artık, her
hâlinden belliydi. Bu devâsa değişim artık görülmeyecek gibi değildi. Ellerinde hayal
kırıklıkları, yüreğinde cam kırıkları gibi ince bir sızıyla... Değişen ve değişmeyen
çok şeyin açıkça belli olduğu şu anda... Gidişlerin en zoruyla gitti aşk. Gökyüzü artık
heyecanlandırmıyordu onu, sonu olmayan bu yolda başa dönmek üzere zoraki gitti.
Varacağı gönül az çok belliydi, ilk kez tahmin edebilmişti bunu... Vuslatı geride
bırakmışken zamansız... Zamanlardan hangi zaman olduğunu da bilemedi. Yor-
gunluklarını da almıştı, yaşanmışlıklarını da gönlüne... Vuslattan ayrılık ki ışığını
söndürmüştü görünebilirdi gören göze... Üstelik eskisi kadar mâsum bile değildi,
bir yığın da harabe gönül ülkesi bırakmıştı geride... Yavaşça indi bu bilindik gönle...
Yeni yeni tanıyordu da duyguları, bir tek bu duyguyu anlamakta zorlanmamıştı, bu
yolculukta. Ayrılığın ateşi ona daha yolda bildirmişti varacağı menzili. Yer acı, menzil
“hüzün” menziliydi.
Aşk acıyı da ayrılığı da tanıdı. Hicranla yıkılmış ve hüzne boyanmıştı sûreti... O eşsiz
güzellikten bu mu kalmıştı geri? Çok yazıktı... Eyvâhtı... Âh ki ne âhtı... Hüzün aldı
94