Page 120 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 120

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            gibi birkaç ailenin daha olduğunu akşam karanlığı tamamıyla çöküp kamyonete
            geçince gördük. Onlarda savaştan kaçıp gelmişlerdi buraya ve buradan da kısmet
            olursa inşallah İstanbul’a. Kasanın içinde kim varsa umutluydu. Buna sebep yeni ve
            güzel bir hayata dair beklentilerdi. Memleketlilerini bulmak anneme de çok iyi gel-
            mişti. Sohbet ederek içini iyice dökmüştü yol boyunca. Yüzüne bakınca daha sakin
            ve rahatlamış olduğunu görebiliyorduk. Yol bir buçuk gün sürdü. Ulaşmamıza az
            kaldığını şoförün eliyle brandaya hazırlanın diyerek birkaç defa sertçe vurmasından
            anlıyorduk. O an ben abimin yasaklayıcı bakışlarına rağmen kasanın iyice kenarına
            yaklaşmış ancak bir delik kadar bulunan bir aralıktan dışarıya bakmaya başladım.
            Gördüğüm üzerinden geçtiğimiz kocaman bir köprü ve altından akan kocaman bir
            nehirdi. Bu nehir masmaviydi ve güneşin üzerine düşen ışıklarıyla parıldıyordu.
            Üzerinde de irili ufaklı bir sürü gemi vardı. Gördüğüm manzara o kadar güzeldi
            ki ömrümün sonuna kadar unutamam bu anı. Sonradan biz İstanbul’da yaşamaya
            başlayınca köprünün Boğaziçi köprüsü, kocaman nehir dediğim suyunda masmavi
            bir deniz olduğunu öğrendim. Bu ilk görüntüler beni derinden etkilemişti. Böyle bir
            yerde yaşamanın tahmin ettiğimden de güzel olacağına artık tamamen inanmıştım.
            Ama hayatın insana hep şüphede yaşaması gerektiğini öğrettiği gerçeğiyle sonraki
            zamanlarda acıyla yüz yüze kalacaktım.
               Bundan sonra ki kısımda güzel şeyler anlatmayı her şeyden çok isterdim ama
            savaşın bizi paramparça edip sürüklediği burası, bizim toparlanacağımız yer olmayışı
            sebebiyle giderek ve daha derinden parçalandık.
               İstanbul’daki ilk günlerimiz hayli zor geçmişti. Burada bazı insanlar bize korkulması
            gereken yaratıklar gibi bakıyordu. Hem bu bakışların bize yaşattığı küçümsenmişlik
            olsun hem de paramızın bitip aç susuz kalmamız olsun her şey kötü gitmekteydi.
            İstanbul’un bütün güzelliğine rağmen burada aç olup yabancı bulunmak içimize
            ancak kötü şeylerin doğmasına sebep oluyordu. İnsanın her tülü şeye alışabildiğini
            ilk birkaç ay içinde öğrenmiş oldum. Bir süre sonra ne açlığımız ne de tiksinir gibi
            bakışlar bizi o kadar rahatsız etmemeye başlamıştı. Ama gelirken kurduğumuz
            hayallerden hiçbirinin gerçekleşmemiş olması hem umudumuzu tüketiyordu hem de
            hevesimizi söndürüyordu. Sokaklarda yata kalka, iyi insanların verdiği yiyeceklerle
            yaşamaya iyice alışmıştık artık. Ülkemizde savaş olmasaydı da evimizde otursaydık
            dediğim çok oldu böyle zamanlarda. Ama elimizde olmayan bir şey yüzünden bölük
            pörçük bir haldeydik. Zaten orada bıraktığımız babamız ve büyük abimizi de neredeyse
            unutmuş gibiydik. Annemin onların adı geçince yaşaran gözleri olmasa biz de ruhsuz
            bir şekilde alışmış bulunacaktık yokluklarına.
               Evimizden ayrılalı iki sene olmuştu artık ve ben on yaşına basmıştım. Doğum
            günümün kutlandığı günler her ne kadar bana uzak gelmiyor olsa da saatten, günden,


            120
   115   116   117   118   119   120   121   122   123   124   125