Page 169 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 169

Salim Nizam | Levni ve İstanbul
            çatısından düştüğü yolundaki haberler izliyordu. Lale Devri’nin şairi Nedim, gonca
            laleler gibi ateş ve dumana yenik düşmüştü. Sarayın balkonundan Galata Kulesi’ni
            ve boğazı seyreden Padişah düşünceliydi. Saray mutfağında özenle hazırlanan güllaç
            tatlısından bir kaşık yememişti. Odasına çağırdığı cellâdın yüzüne bile bakamadı.
            Cellâdın son sorusunu da gözü yaşlı ve evet anlamında onadı. En son kapının kapan-
            dığını ve adımların uzaklaştığını duydu. Saray dışında silah ve insan sesleri giderek
            yaklaşmaktaydı. İsyancılar şimdi Topkapı Sarayı’nın yüksek kapılarını zorluyordu.
            Ekim hazan ve hüzün mevsimiydi. Ekim ayının ilk sabahı Topkapı Sarayı Kapısı büyük
            bir gürültüyle açıldı. Şaşkın kalabalık saray kapısına doğru merakla bakıyordu. Damat
            İbrahim’in cansız bedeni öküz arabasının içinde son kez bu kapıdan geçti. İbrahim
            Paşa’nın cansız bedenini arabada gören isyancılar isyan çığlıklarını daha da arttırdı-
            lar, bunu alkışlar ve tezahüratlar izledi. Neler yapabildiklerini gördüler ve neler
            yapabileceklerine inandılar. Damat İbrahim Paşa’nın cesedi öküz arabasının ardından
            kaldırımlarda sürünerek yokuş aşağı inerken saray elçisinden şimdi de padişahı
            istiyorlardı. Asîlerin sözcüsü Galata Tomruğu’ndan salınan Kesik Parmak gerçek
            niyetlerini ortaya koyarak Sultan III.Ahmed Han’ın hal’ini istedi. Sultan Ahmet, taht-
            tan çekilmedikçe Patrona Halil’in isteklerinin tükenmeyeceğini biliyordu. İsyanın
            önüne geçmek için, eş ve çocuklarına dokunulmayacağına dair akit alarak yeğeni
            şehzade Mahmut adına saltanattan feragat etti. Ekim ayının ilk gecesi veliaht Şehzade
            Birinci Mahmut, Yirmidördüncü Osmanlı Sultanı oldu. *** Yirmisekiz Mehmet Çelebi
            Haliç kıyıları boyunca yürüdü. Ters dönmüş kaplumbağaları doğrulttu. Lale bahçe-
            lerine doğru baktı. Gözyaşlarını tutamadı. Lalezarlar tarumardı. Binlerce lale çiçeği
            boynunu bükmüş, çiğnenmiş, parçalanmış ve talan edilmişti. Çınar, kavak, okalüptus
            fidanları büyük bir fırtınadan çıkmış gibi kırılmıştı. Eşsiz eğlencelere kutlamalara ev
            sahipliği yapan saraylar ve köşklerin yerinden is ve dumanlar tütüyordu. Sadabat
            Kasr’ına doğru baktı. Birkaç gün önce Lale Devri şenliklerinin başlatıldığı en görkemli
            köşkteki yangın tulumbacılar tarafından söndürülmeye çalışılıyordu. Haliç’in suları
            kül rengini almış, solgun lalelerle doluydu. Rıhtımlardaki sandallar parçalanmış,
            kadırgalar, yelkenliler suya gömülmüştü. Boğaziçi, Kâğıthane ve Haliç, en acı gününü
            ve en kara matemini yaşıyordu. Bir devre nazar değmişti. Altıncı bölüm Atik Valide
            Nakkaşhanesi Nakkaş Sadi, Çamlıca sırtlarından İstanbul’a baktı. Boğazın kızıla çalan
            saçlarının savrulduğu denizde gemiler minyatür gibiydi. İki kıtayı birleştiren yedi
            tepe üzerindeki koca şehrin gök kubbeye uzanan elif elif minarelerinde vakit akşamdı.
            Hafif rüzgârlar bahçelerden yasemin, erguvan ve lavanta kokularını savururken
            Üsküdar’ın Atik Valide’ye inen yokuşlu yolunda Nakkaş Sadi hızlı adımlarla yürüdü.
            Tarihi külliyenin bitişiğindeki tekke yenilenen yüzüyle gülümsüyordu. Mimar Sinan’ın
            zarafetle bezenmiş müstesna ve murassa yapısı asırlar sonra Osmanlı nakkaşhanesi
            olarak açılmıştı. Külliyenin yüksek kubbeleri altında yürüdü. Her taş odada çeşitli



                                                                                    169
   164   165   166   167   168   169   170   171   172   173   174