Page 172 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 172

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            verememiş ‘ilim erbabı’ bir tayfanın da goygoyuyla Farsça şiirler adeta Divan–ı Kebir–i
            Deli’ye dönmüş ve koynundan çıkardığı şarap şişesini son beyitte havaya kaldırıp,
            sadece bir çivi ile asılı duran kandili şarap şişesiyle yan yana ebediyete uğurlamış.
            Rum Markos, o akşamın sabahında, perdeler ardında Deli’ye hem fırçasını atıp hem
            öğüdünü verdikten sonra karşılıklı iki duvara kandiller için raf yapmış.
               İşte Kör İlyas Efendi, bu olay kaderin kaza şubesinde zuhur ettikten seksen yıl
            sonra, aynı rafın altında bu hikayeyi anlattığında şüphelerini dilinin ucuna getirip,
            sarf ettikleri kelimelere bu şüphelerin rayihalarını bulaştıranlar Rum Abbas’ın, büyük
            dedesi Rum Abbas’tan miras külhanbeyi çehresiyle karşılaşsalar da şüphenin rayihası
            kahvehaneyi doldurmuştu bile. Rayihanın kokusunu bastırmak için midir, bilinmez,
            o sırada İlyas Efendi odun ateşinde pişmiş kahvesini yudumluyordu. Ardından aldığı
            bir yudum sudan sonra bardağını sedef kakmalı eski sehpaya bırakırken, kimisinin
            gözleri bardağı takip ediyor, kimisinin gözleri İlyas Efendi’nin yarı kapalı göz kapak-
            larında, kimisi de çenesini kaldırmış Deli’nin rafını, Farsça Divan–ı Kebir–i Deli’yi ve
            İtalyan şaraplarını hayal ediyordu. Kimisi de yanlış rafa bakıyordu.
               Bir şey söylemedi Kör İlyas Efendi. Herkesi kendi haline bırakıverdi.
               Dünyevi sıkıntılarının üstesinden, ‘nasıl olsa bir gün Azrail’le göz göze geleceğim’
            inancıyla ve bilinciyle geliyorlardı bu kopkoyu loşluktaki kahvenin miskin sakinleri.
            Kör İlyas Efendi’nin hemen dizleri üstündeki üzüm asması dalından örülme kafesinin
            içinde biri masmavi bedenli kırmızı cam gibi gözleri olan bir ufak el ejderhası; diğeri
            de, Kör İlyas Efendi’nin, altın dişlerini Yahudi bir sarrafa yaptırdığı serçe parmağı
            boyunda doğuştan sapsarı bir timsah... Hep orada mıydılar? Yoksa…
               “Ya Hak!” diye bağrı patlarcasına bir nida yükseldi Rum Abbas’ın mangaldaki köz-
            lerinden çıkan dumanların ve kavrulmuş kahve kokusunun üstüne. Kahvehanenin
            tavanının çatırdadığına daha sonrasında yeminler getirseler de bu olaya şahit olanlar,
            kimseyi inandıramadılar. Mavi bedenli küçücük ejderhayı ve parmak büyüklüğündeki
            sarı timsahı bir anlığına görüverenler de zaten ekseriyetle eşraf–ı hamr’dan olduk-
            ları için, hikayenin sonuna kadar kulak kesilenler tarafından hikayenin sonunda
            ciddiyete alınmadıklarıyla kaldılar. Kimisi o gün tevbe ederken, kimisi de ömrünün
            sonuna kadar sadece Ramazan–ı Şeriflerde ayık seyredebildi alemi. Kör İlyas Efen-
            di’nin, “keramet insanların imanlarına vesile olmakta, yoksa sinek de uçar havada”
            sözünü her daim kulaklarına küpe etmiş olan Rum Abbas, işte İlyas Efendi’nin inci
            gibi dizilen hikmetli sözlerinin tesiriyle Mevlevihane’nin kapısında kelime–i şehadet
            getirip Müslüman olmuştu yıllar evvel. Hakiki kerametle ilgili İlyas Efendi’nin sözleri
            kulaklarında çınlasa da, vuku bulan bu garip olay yine de imanını kuvvetlendirmişti
            Rum Abbas’ın. Tek tesellisi de buydu zaten, zira o günden sonra bir daha Kör İlyas



            172
   167   168   169   170   171   172   173   174   175   176   177