Page 107 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 107

Ceren Türkkan | Bülbülü Kargalar Öldürdü

            arasındaki farktı belki ağa olmanın ve baba olmanın farkı, belki tezek kokusu
            ve tütün kolonyası kokusu arasındaki farktan ibaretti, kim bilebilirdi ki?

               Ve artık her zamanki babası ağası olduğunda, kendisine yeni bir baba bulması
            gerektiğine inandı. Onu, yeni babayı, fellik fellik, telâşla, merakla, sebatla, her
            yerde, kıyı köşe aradı durdu.

               Gecenin ayrıntıları silen bitimsiz karanlığında körlemesine turladı, arkadaki
            geniş bahçeye sürüp giden alttaki iç avluya bakındı, çiçeğe durmuş elma ağacının
            huzur veren gölgesinde yokladı. Onu, babayı, efil efil esen rüzgârın taşıdığı
            zahter kokularında, haşmetli konağın düzayak verandasına davetsizce uzanan
            dikenli, yaban sarmaşıklarında, içerde, holdeki duvara asılı yivli tüfeğin korkusuz,
            cüretkâr duruşunda, hiç durmamacasına aradı. En nihayetinde buldu: Arkadaki
            geniş bahçenin merkezindeki nar ağacının dalına mesken tutan, alacalı bulacalı
            boynundan kanatlarına değin kırçıllaşan bülbülde. Onulmaz yalnızlığına bir şifa
            gibi şakıyan o güzelim bülbülün nikbin, şen şakrak sesinde.
               Sonraları, tarlalardan dalga dalga gelen sesler öfkelendirirdi bazıları Osman’ı.
            Bülbül’ün sesini örttüklerinden. Bir susmak bilmediler. Şöyle doğrulup da bir
            bakmalı. Ağa gibi bakmalı. Ağa oğlu ağa gibi bakar. Demeli ki “Susun birader,
            çeneniz batsın.” İşte aynen böyle demeli. Şöyle de kunduralarla topraktan tozu
            kaldırmalı bir, nasıl lal olup susuyor bu köylü. Köylü dediğin kötü bir şey mi?
            Ağa öyle öğretmedi mi? Nankör olan, hiç olan, hiçe sayılan, bir cümlenin kıyı-
            sında köşesinde kendine yer bulmaya çalışan, kilosuna yirmi kuruş saydırdıkları
            pamuğa aç birer kurt gibi kapılan, hiç durmadan çalışan köylü…
               Kalktı. Kalkıp eve gidesiyken bir şey dürttü onu içten, içinden. Varıp bir
            bakmalı tepeden. “Ne bakıyorsun ulan?” derlerse? Demezler, var git. İşte, canla
            başla çalışıyorlar, epey de sıcak. Çelik yeşili sinekler, kızıl kabarcıklar dağlamış
            köylünün etine, görülmez mi? Dönmeli geri, ne diye geldin buraya. Köylüye
            üzülmek için mi?
               Bir çocuk gördü, kendi yaşlarında. Derisi yanmaktan sahtiyana dönmüş,
            alnından domur domur ter akmakta. Ansızın gözlerini kaldırınca… Mavi,
            masmavi. Köylü çocuğunun böyle güzel gözleri olur mu? Gökyüzü gibi. Yüzü
            pamuğa, toprağa, ota batmış, sanki şu tekmil Çukurova’dan ayrı değil, bir
            parçası. Ne topraktan ayrıydı yüzü, ne pamuktan. Çiğli, ıslak pamuk, şahrem
            şahrem avuçlarında açmış duruyor. Pampal pampal açmakta. Bu çocuk da ne diye



                                                                                    107
   102   103   104   105   106   107   108   109   110   111   112