Page 131 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 131

Hasan Demir | Filizkıran

            mın ufacık bir boşluk bile vermeden iğneyle dikilmiş gibi duran sakallarına ve
            sakallarından pek farkı olmayan saçlarına aldanmış olacak. Belki de korkuyor,
            karıştığında babamdan azar yiyeceğini zannediyor. Ama böyle bir şey yapacak
            kararlılığı olmadığını bilmiyor. Onun bu hâlini bir tek ben görebiliyorum sanı-
            rım. Dedem de görüyor ama açık açık söylemiyor. İnsan, oğlunu tanımaz mı?
            Bal gibi de biliyor.

               Sema da oynanan bu oyuna gözyaşlarıyla katılacak. Belki de başlamıştır bile.
            Yüzleri her zamankinden daha bulanık. Gözlerimi ovalıyorum yine de geçmi-
            yor. Onlar olduğunu biliyorum ama gözlerinin içine bakamıyorum. Koskoca
            bir boşluk…

               Dedemin bir odadan ötekine geçtiğini duyumsuyorum. Mutfağın içine bakıyo-
            rum bana bakan gözlerin aksine. Masanın üzerinde bizden olmayan bir devinim
            beliriyor. Benim bakışımla birlikte harekete geçiyor. İncecik, cılız bacaklı, üçgen
            kafalı mide bulandırıcı bir hayvana imliyorum bakışlarımı. Çekirge gibi kolları
            bacakları var ama çekirgeden daha büyük. Kedi kadar büyük ama vücudu yeşil
            kemikten ibaret. Mekanik hareketleri var. Bir yapaylık sezinliyorum. Bunu
            hissetmiş gibi birden irkilen üçgen kafası bana dönüyor. Masadan iniyor, bana
            bakmaya devam ediyor.
               Bizimkilere işaretle durumu anlatmaya çalışıyorum. Dilim boğazıma kaçıyor.
            İçime dolan korku sönümlenecek gibi değil. Arkalarını dönüyorlar ve birden
            mutfak kapısını kapatıyorlar. Kapıdan uzaklaşıyorum. Bağırıyorum yardım
            için, zarar verecek onlara. Bunu da hissetmiş olacak; o büyüklükte bir canlıdan
            beklenmeyecek bir kıvraklıkla kapının altından iki büklüm sıyrılıp karşıma çıkı-
            yor. Ulan baba bir hayvanı öldürmeyi bile beceremedin. Çığlıklarımla banyoya
            koşuyoruz, her yanda kulak çınlatan bir ses. Bana ait olmalı. Kapıyı kilitliyo-
            rum sanki altından geçebileceğini bilmiyormuş gibi. Kulağa daha anlamlı gelen
            sözcüklerle bağırıyorum bu sefer; “baba, baba, baba…”

               Uyandığımda sırtımdan donuma kadar olan aralıktaki terlerin soğukluğunu
            duyumsuyordum. Üzerimdekileri çıkarıp kapıya doğru savurdum. Odanın camını
            açtım. Tenimdeki irkintiyi dikleşen tüyleriyle birlikte güneşe gösterdim. Etrafta
            haberlere konu olan bir Antalya sıcağı vardı. Çıplaklığımla ısındım. Kaldırımdan
            geçenler beni ilgilendirmiyordu. Sıcağın altında yürüme mecburiyetindeki kızgın
            hatta biraz daha yürümeyi sürdürseler cızırdayacak olan kafalarla ve onların




                                                                                    131
   126   127   128   129   130   131   132   133   134   135   136