Page 136 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 136

Hasan Nail Canat Hikâye Yarışması

               İçimden diyorum bunu galiba kimse cevap vermiyor. “Güllük” diyorlar hâlâ.
            Üzerindeki güle bastırıyorlar sıkı dişlerinin ardından yırtılan hırıltılarıyla, bir-
            birine yapışan le’ler ağır ağır ayrılıyor. İnsanlar bizi aralarına alıyorlar, onlarla
            konuşmamış olsak da. Sanki az önce toprağın altına aramızdan birini bırakan
            biz değiliz. Sanki birazdan toprağın altına girebilecek olan da biz değiliz. Biz
            neyiz? “Güllllük” diyor babam, “Güllük” çok değişti.

               Denizden yana ilerliyoruz bir süre… Üç dakika, yedi dakika; kırmızıya
            takıldık, on üç dakika.
               Saymayı bırakalı; iki dakika. Toplam on beş –biraz yavaş saydım- on altı
            dakika. Kırmızıda arabadan biri daha eksildi. Baş başayız.
               Babam, ben, klima üfürüğü. Baş başa. Konuşacak bir şey bulamadığından
            arada bir klimanın çalışmadığını iddia ederek “patpat” vuruyor. Küfür yok.
            Trafik bile sinirlendirmeye yetmiyor onu.
               Cumhuriyet’ten aşağıya iniyoruz. Daha da iniyoruz. Arabayı arkamızda
            bıraktık, mezarlığı bıraktığımız gibi. Bekle beni diyor. Hızlı adımlarla bir dük-
            kâna gidiyor. Paraşütçüler uçuyor yamaçta. Göz ucuyla onu izliyorum. Paraşüt
            değil de başka bir şey sanki. Aşağıda boylu boyunca Konyaaltı sahili uzuyor,
            uzadıkça da sıcak bulanıklaştırıyor. Denizden ileri atsam kendimi. Babam dönü-
            yor. Hayal kurmama da fırsat vermiyor. Mobilyacının eşiğinde saydığı paralar
            artık elinde değil. Eve dönüyoruz.
               Annem kapıda, ağlamış. Belli. Sarılıyor yapmacık bir tavırla. Babama her
            seferinde sarılır, önümde olur bu. Bu sefer sadece bana. Babama bakıyor, bitkin
            ve ağır bakışlarla. Babam bu ağırlığa dayanamamış gibi salona gidiyor, ayakka-
            bılarının topuğuna basarak çıkardıktan sonra. Bağcıklarını açmadan.

               “Ne yemeği? Nereden geldim ben haberin var mı?”
               Toprak çok sıcaktı anne, havadan daha sıcaktı. Elledim. Avucumla sıktım,
            bir avucumla. Dayanamadım. Fark ettirmeden bıraktım. Sımsıkı tutmuştum.
            Sıcaktı. Çok sıcaktı.
               “Yemeyeceğim, en güzel yemeği de yapsan yemeyeceğim.”

               Sema yok ortalıkta. Bir görebilseydim. Bütün toprak içime dolmuş gibi.
            Toprağa gömülmedim ama toprağı içimde taşıyorum, zamanı gelince altında
            kalmak için.


            136
   131   132   133   134   135   136   137   138   139   140   141