Page 179 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 179
Sebahattin Günday | Sancı
Bir şiirin içindeyim.
O şiirin dizeleri kalbimin duvarlarını zorlamaya, hayalimin kanatlarını bir
rüzgar gibi doldurmaya başlıyor. Heyecanlı ve kutsal bir yürüyüşle giriyorum
içeriye. “Bursa’da bir eski cami avlusu / Küçük şadırvanda şakırdayan su…”
diye bir daha, bir daha, bir dua gibi geçiyor dizeler içimden. Dualar şiire, şiir bir
duaya dönüşüyor burada. Hangi dilde konuşacağımı, hangi dilde dua edeceğimi
unutuyorum adeta. Dua ve şiir, tutulacak, dokunulacak bir şey gibi insanın
benliğine işliyor. Şiire başlıyorum, yarım kalıyor. Duaya başlıyorum, sonu gel-
miyor. Mabet değil bir müzenin içindeyim sanki. Görkemli ama zarif sütunlar
arasında büyük küçük gruplar hâlinde gezenler, onlara bilgi veren rehberler, tek
başına ya da cemaat hâlinde sakin alanlarda namaz kılanlar sanki birbirlerini
hiç fark etmiyormuşçasına mabedin ruhuna teslim etmişler kendilerini. Cami
içi duvarları ve sütun süslemeleri Türk zevkinin, Türk dehasının şaheserleri ile
dolu. Hat sanatının nefis örnekleri de duvarlarda tablolar hâlinde, sütunlarda
boya üzerinde sabitlenerek asırlardır süren bir secdeye kapanmışlar sanki. Her
ayrıntının önünde duruyorum. Bütün bilgilendirme amaçlı açıklamaları bir sınava
hazırlanır gibi dikkatle okuyorum. Bazen rehberlerin sesine kulak veriyorum
uzaktan. Konuşmaları dinliyorum. Kimini bildiğim, kimini ilk defa duyduğum
bütün bilgileri, halk muhayyilesinin cami için oluşturduğu hikâyeleri zevkle
hıfzediyorum. Bu insanlar ne arıyorlar, bu insanlar neyin peşindeler? Gerçek-
lerle hayaller birbirine karışıyor. Mihrap, minber ve hünkar mahfili çevresinde
defalarca dolaşıyorum. Bir dua niyetine, bir dua tadında... Sanki tavaftayım.
Kabe’yi tavaf edenlerin ruh hâli geliyor gözlerimin önüne. Kabe’ye dokunmak
isteyen, elini yüzünü Kabe’ye, Hacerü’l-Esved’e sürmek isteyenleri yaşıyorum bir
anda. Dua ve inanç harflerin, kelimelerin dışına çıkıyor burada. Başımı kaldırıp
gözlerimi kubbelerde, sütunları bağlayan kemerlerin kavislerinde gezdiriyorum.
İçim açılıyor, zihnim tazeleniyor. İşte biziz bu diyorum içimden. İçimden gelen
bu ses yatıştırmıyor duygularımı. Ben miyim bunları yaşayan diye etrafımı saran
kalabalıkları izliyorum. Bir heyecan, bir dram tohumu arıyorum yüzlerde. Her
yüzde ayrı bir şiir. Kubbelere doğru, caminin dört duvarına, pencerelerinden
Bursa ovasına ve bütün dünyaya bağırmak, bağırmak, bağırmak istiyorum. Bu
duygularla yürüyorum cami içindeki şadırvana doğru. Cami önlerini, şadır-
vanları, hamamları, su kemerlerini, çeşmeleri, süsleyen su, bu defa bir caminin
içinde mimari dehanın zirvesine oturmuş sanki. Suya bakıp bir musiki gibi insanı
dinlendiren sesinde günün yorgunluğunu gideriyorum. Dudaklarımda hâlâ Tan-
179