Page 25 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 25

maharetli olacağa benziyordu. Dükkâna gelince torununun gözleri çeliğin koru
            gibi parlıyordu. Bilekleri sağlam, dengesi yerindeydi. Hattâ söylenenlere göre
            işaret edilen noktaya hiç kaydırmadan defalarca vurabiliyordu. Torunu işi bel-
            ledikçe dedesi Abdülkerim Usta’nın da kaybolan neşesi yerine geliyordu. Kapalı
            çarşı esnafı içinde boynunu bükmeden çıkıyor, Piri Paşa Hanındaki çay ve
            nargile molaları sırasında yeni Bıçakçızâdesini göğsünü gere gere herkese anla-
            tıyordu. Ancak oğlu Kâsım sorulduğu vakit, kuş almaya gitti demeyi gururuna
            yediremiyor, bunu soranlar onun nereye gittiğini bilseler de Abdülkerim usta,
            oğlum Dersaâdet’e ilim öğrenmeye gitti deyip soruları savuşturuyordu. Aylar
            sonra Kâsım, baba ocağına döndü. Üstü başı perişan, yayan yapıldak bir dönüştü
            bu. Üstelik sağ kolunu da çeviremiyordu. Muhtemelen yanlış kaynadığından
            bir kolu çot kalmıştı. Derken ev halkı onu avluda karşıladı. Ağıtların, feryatla-
            rın tozu dağıldıktan sonra Abdülkerim Usta, oğluna harâmîlerin saldırdığını
            anladı. Geride ne atı ne parası ne de onun bin bir zahmetle yaptığı yatağanı
            kalmıştı. Kâsım, başından geçenleri bir çırpıda anlatmaya başladı. Yolculuğu
            sorunsuz geçerken birinci ayın sonunda Karaman Sancağı’nı geçmişti. Ne var
            ki Uşşak vilayetine varmak üzereyken bir han çıkışı yolda harâmîler saldırmış,
            oldukça kalabalık olan bu kansız çeteye karşı koyamamıştı. Sonra atının hey-
            besinde buldukları kılıcın etrafında toplanmışlardı. Önce kendisinin bir ulak
            olduğunu zannetmişler, tam kafasını koparmak üzerelerken Kâsım, olan biten
            her şeyi anlatmaya başlamıştı. Bu yatağanının Sultan Murâd’ın hediyesi oldu-
            ğunu ve onun çok değerli bir kılıç olduğundan bahsetmişti. Hattâ harâmîbaşı,
            “Bu kadar yeter!” deyip sözünü kesmeseydi eğer, onlara ayaküstü hünkârî
            güvercinlerinin güzelliklerini de bir çırpıda anlatacaktı. Harâmîler, kılıca el
            koyduktan sonra, bu molla kılıklı gencin önemli bir kişi olduğunu düşünüp onu
            salıvermişlerdi. Kâsım ise gerisin geri Kayseriyye’ye döneceğine, alamasam bile
            belki sarayın avlusundan hünkârîleri görürüm umudu ile yoluna devam etmişti.
            Harâmîlerin sardığı kolu günden güne kötüleşmiş, daha Saruhan Sancağı’na
            varmadan tutan kolu tutmaz olmuştu. Günlerce aç bîilaç, cami kapılarından,
            imaretlerden beslenmek zorunda kaldı. Nihâyet Saruhan’a vardı. Sarayı bulup
            bahçesinden havalanan kuşları beklemeye başladı. Ancak mavi semâda hayal-
            lerindeki gibi kanat çırpan bir tane bile güvercin yoktu. Üç beş gün derken ağzı
            sürekli semâya açık bu kılıksız molla, hâliyle sarayın muhafızlarının dikkatini
            çekti. Tez şehzâdeye haber salındı. Kendisine işkence edilerek saltanattaki hangi
            kardeşin adamı olduğu öğrenilmeye çalışıldı. Ne var ki Kâsım, kuşlardan ve



                                                                                    25
   20   21   22   23   24   25   26   27   28   29   30