Page 29 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 29

Eski Bir Hikâye*


                                           D ir en İ n an ç







               Küçük bir yırtıkla başladı her şey. Bunu, sırayla nasıl anlatabilirim bilmi-
            yorum. Sırayla başlamam gerekirse o yırtıktan daha öncesine gitmem gerekir.
            Kâmrân Bey’e meselâ. Ah Kâmrân Bey, ne üşürmüş. Çocukkenden belliymiş,
            her daim sanki ısınacakmış gibi sokulurmuş kuytulara. Sümsük Kâmrân, der-
            lermiş bu yüzden ona. Doğumu bir kış ayazında olmuş. Annesi önüne gelene
            söylermiş bunu her defasında. Kış geldi mi hiç dayanamaz, titreye titreye iç
            geçirirmiş Kâmrân Bey. O gün bugün de hiçbir şey değişmedi zaten. Onun kışla
            kavgası daha Eylül gelmeden başlar. Kuşları havada, yumurtasını tavada gördüğü
            zaman dizleri sızlar. Nenesinin romatizması vardı. Ama Kâmrân Bey’in yoktu.
            O yaşta romatizma mı olurmuş, daha ellisinde var yoktu. O yaşta kalorifer
            yanlarını kimseciklere kaptırmazdı. Sırtını döküm demir peteklere dayadı mı
            ancak o zaman kendini ısınmış hissederdi. Dairede otururken dışarıya bakar,
            baktıkça daha da üşürdü. Eylül’de annesi ölmüştü, belki içindeki bu soğukluk
            yetim kalmış bir çocuk soğukluğuydu. Kimseler bilmezdi bunu. Kimseler de
            anlamadı. Ama biteviye sızlanmasından da çok sıkıldılar. Bu yüzden herkes onu
            ısıtmaya çalıştı. Sazla sözle muhabbetle değil, her Eylül gelişinde yün çoraplar
            ördüler ayaklarına. Kalın süveterler, kazaklar hediye ettiler. Boğazlarını yüksek
            yüksek yaptılar ki, boğazına kadar saplandığı karlara gömülmesin Kâmrân Bey.
            Ayaklarının altına ısıtılmış tuğlalar verdiler. Koltuk altlarına sıcak su torbaları
            yerleştirdiler. Ayazda ağızlarından buharlar çıktığında bile Kâmrân Bey’in ellerine
            hohladılar, yeter ki daha fazla sızlanmasın diye. Her şey de biraz böyle başladı
            zaten, o Eylül akşamında.
               Çıplak dallar ve oradan oraya sürüklenen yapraklar vardı. Soğuk sokağı
            katılaştırmıştı sanki. Dallar, rüzgâr biraz daha sert esse ortadan çıt diye ayrılı-
            verecekmiş gibi gevrekleşmişti. Taş kaldırımlar soğuktan parlıyordu. Öyle ki,
            üzerinde geziniversen küt diye düşecek gibi kayganlaşmıştı. Tahta pencerenin bile
            macunları soğuktan kurumuş, derin derin çatlaklar oluşmuştu. Hâlbuki yazın
            ne güzel yumuşardı. Sinekler yapışırdı üzerlerine de, keyifle kovardı Kâmrân


            * İKİNCİLİK ÖDÜLÜ                                                       29
   24   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34