Page 39 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 39

Menekşe Okyay | İstasyon*

               Belki bugün, her gün olduğu gibi geri dönüp gelmeyecek Ragıp Efendi. Belki
            de bugün, bu ıslak, gri, kapalı ekim ikindisi son olacak. Bahriye Hanım fasulyenin
            altını kapatıp, cacık yapmak için salatalık rendelerken gelecek malum haber.
               Salatalığı rendelemeyi bitirmeden, yarım ve zedelenmiş halde bırakacak. Ren-
            dede salatalık parçaları kalmış olacak. Önlüğünü çıkarmayı da unutacak belki.

               Çok defa hayal etti bu sahneyi. Öyle ki, her türlü şekline alıştı artık. Düşünüp
            kanıksamadığı bir senaryo kalmadı bu olaya dair. Gerçek olmayacağını biliyor,
            ama olabileceğini de biliyor içten içe. Hazırlıyor kendisini.

               Ama ne kadar hayal ederse etsin, gerçek olduğunda, ne yapacağını bilmiyor.
            Hâlâ bilmiyor. Bunu prova edemiyor çünkü. Gerçekten olduğunda, ne hissedecek,
            bilmiyor... Rahatlama mı, kızgınlık mı, keder mi? Yere mi yığılacak, bayılacak mı,
            kriz mi geçirecek? Sakince iç çekip, rendeyi kenara koyup oğlunu mu arayacak
            yoksa? Arkasından beddua mı edecek, lanet mi okuyacak, ağıt mı yakacak?
               İşte bunları bilmiyor. Bunları öğrenemiyor.

               Fasulyenin suyunu katıyor. Tahta kaşıkla şöyle bir karıştırıyor hepsini. Tekrar
            kapatıyor kapağı. Kaynamaya bırakıyor.

               Dışarıda yağmur şiddetlendi iyice. Perdeleri çekiyor. Görmek, duymak,
            düşünmek istemiyor...
               *

               “Amcaya bak, niye içeri girmiyor acaba?”
               Bekleme odasının camından dışarı bakarken soruyor, artık ısınmış, gazetesi
            de kurumuş olan ufak tefek memur.
               Dışarıda, yağmurun altında, rayların tam kenarında ayakta duran, hafif
            kambur, şapkalı, ellili-altmışlı yaşlarında görünen adamı işaret ediyor. Ahbap-
            larını bırakıp onunla muhabbeti ilerletmiş olan bir emekli, uzun ince, sırık gibi
            kuru bir ihtiyar, onun gösterdiği yöne bakıyor.

               “He... Bak hele bak, ıslandı gitti herif...”
               “Şemsiyesi de yok, Allah Allah...”

               “Eee, eski toprak belli ki, bizim gibi... Eskiden rahmet yağdı mı...”




                                                                                    39
   34   35   36   37   38   39   40   41   42   43   44