Page 19 - kayseriden_kopan_turku
P. 19

ötesine. Alıp götürür, O en bildiğini, O tek sevdiğini.

            Yârini.
            Harp yıllarıdır…

            Ne ucu, gönül ateşiyle cayır cayır yanmış bir tek olsun mektup alır Hanım Gelin, ne ayrılığın, kara saçları
            bembeyaz eden ateşinden, ne de deryaları alev alev tutuşturduğu bir selâm. Sisli, kasvetin, Kayseri’nin bütün
            tozlu, dar, karanlık sokaklarına, bütün toprak damlı evlerine çöktüğü, Erciyes’in başında kara bulutların do-
            laştığı bir sonbahar sabahı gelen bir haberle kıyamet kopar köyde. Bilmem hangi kumandan imzalı, bilmem
            hangi tabur, bölük mühürlü bir telgraf:
            “ Başınız Sağolsun…”
            “ Vatan sağolsun.”

            Kader der, yazgı der, alın yazısı der boynunu büker şehit eşi Hanım Gelin. Günlerce atar acısını içine. Gün-
            lerce “Ya Allah! Ya Bismilah” der, adeta sessiz bir nehir gibi akar ama kırgın ama hüzün dolu sesiyle Kur’an
            okur, mevlit okur kocasının ruhuna. Hanım Gelin’i dinleyen kendinden geçer. Bir dinleyen bu hüzün dolu
            sese doyamaz, bir daha, bir daha ister.

            Toprak damlı, kerpiç evlerde, tezek yığılı uzun avlularda, tezek kokulu odalarda ne varsa soluk alan her şey,
            susar adeta. Allah işte böyle bir ses vermiştir Ahmet Gazi Ayhan’ın annesi Hanım Gelin’e.

            İşte bu anasının, babasının bir tanesi, ciğerparesi, Zincidere’ye, Reşadiye’ye, daha nice nice Kayseri’nin
            köylerine sesiyle nam salmış, bülbül Hanım Gelin, kadere boyun eğer ve bir gün Akçakaya’dan gelin gider   19
            Endürlük’e.

            Evlenir ikinci defa. Dedikodu olmasın diye. Dul kadın demesinler diye.
            Davullu, zurnalı hem de. Al yazmalar içinde gelin gider komşu köye. Al bir at üstünde. Başıkabak, ayağı yalı-
            nayak oğlanlar, süpürge saçlı, basma entarili, lastik ayakkabılı kızlar, elmalar kapışırken kaderin kendisine
            çizdiği yola doğru yürür bir sabah. Ana evinden ayrılır. Gözyaşlarını içine akıtarak. Düğün kafilesi Endürlük’e
            geldiğinde, dam başlarında, allı yeşili fistanlar, şalvarlar, allı, morlu yazmalar içindeki, bilmem kaçıncı defa
            yüklü kadınlar, mahzun bakışlı, başları on beş derece yana düşmüş, örgülü saçlı, masum bakışlı, temiz, yanık
            yüzlü kızlar seyrederler Hanım Gelin’in köye gelişini.
            Akçakaya bülbülü Hanım kadın, kapılıp gider sonunda bahtının rüzgârına.

            Mehmet Ağaya…
            Nam-ı diğer “Gazi” olan Akçakaya’nın tanınmış eşrafından Mehmet’in helâli olur Hanım Gelin. Gazilik,
            bilmem hangi harpte, cephede gâvurun tekmil alayına el-aman diletmiş babadan kalmadır zaten. Mukaddes
            bildiği topraklar için gazi olmak tabii ki Mehmet Ağa için şereflerin, onurların en büyüğüdür ki bazı geceler,
            uğultulu tepelerden gelen rüzgârların sesiyle uyanır ve gözleri uzaklara, kimbilir hangi cepheye dalar gider.
            İçinde dayanılmaz ama bastırılmış ama çaresi olmayan bir istek başlar yeniden cepheye dönmek, yeniden
            silah arkadaşları ile birlikte olmak adına.

            Nam-ı diğer iyi at binen Mehmet’e yâr olur Ahmet Gazi Ayhan’ın annesi.
            Nam-ı diğer Sarı Efe’ye.
   14   15   16   17   18   19   20   21   22   23   24