Page 22 - kayseriden_kopan_turku
P. 22
da bağırır:
“ Emmiiii! Emmiiiii! Emmi laaaan! Memet Emmiii”
Müjdeyi alan baba, şapkasını biraz geriye atar. Derin bir soluk alır. Bakışlarını önce Erciyes’e çevirir. Sonra
Ali Dağı’na. Sonra Kayseri’nin uzaklardaki hayaline. Sisli, tenha, sessiz, bir avuç ağaç, bir avuç ev, bir avuç
yollara bakar bir süre. Sonra hızlı adımlarla kır atı bağladığı yere gider. Ağzından saman torbasını alır ve bir
sıçrayışta sırtına biner. Gem’i hızla çeker. Topuklarıyla vurur böğürlerine:
“ Deeeh! Hadi oğlum.”
İkiletmez kır at. Birden fırlar. Ok gibi fırlar. Kanat takar adeta. Çamurlu, toprak yollardan, çıplak akasya
ağaçların arasından, kerpiç duvarlı, toprak damlı, tahta kapılı, tek katlı, yoksulluğu ciğerlerine kadar sindirmiş
evlerin önünden hızla geçer. Bir süre sonra, Ali Dağın eteklerinde durur, gemi azıya alan Kır at. Ağzından
köpükler saçar. Karnı inip inip kalkar. Saçları sırılsıklamdır. İner, Kır At’ın gözlerinden öper Mehmet Ağa.
Sonra döner Ali Dağı’na doğru. Nasır tutmuş ellerini ağzına verir ve haykırır bütün gücüyle. Gür sesiyle:
“Ahmeeeeettt! Ahmet Gaziiiiii! Oğluuuumm”
Sarı Efe Mehmet, kır at’ın terkindeki bağlamayı çıkarır kılıfından. Bağdaş kurup oturur bir kayanın dibine,
vurur bilmem kaç telli bağlamasının teline, nasır tutmuş parmaklarıyla. Vurdukça vurur, çaldıkça çalar,
söyledikçe söyler Kayseri Türkülerini. Hiç bir kulağın duymadığı, hiçbir dilin söylemediği, efemsi Kayseri
türkülerini. Sonra birden ayağa kalkıp diz vurur buz gibi toprağa Sarı Efe. Kaytan bıyıklı, kara yağız, boylu
poslu bir Anadolu Seymeni dönüp durur Ali Dağı’nın şaşkın bakışları arasında.
22 Şaşkın bakışları arasında, çıplak elma ağaçların, ceviz ağaçların.
Ve alkışları arasında, hâlâ yemyeşil, hâlâ diri çam ağaçların.
Uzaklarda bir bebek, alkışlar arasında açar gözlerini, yüzü pembelerden en pembeye dönmüş, solgun du-
daklarına kan gelmiş, yorgun bakışları, kara gözleri ışıl ışıl ışıldayan ve kır atn nal sesleri arasında, yattığı
odanın penceresi önünde kişnemesini hatta şaha kalkmasını bekleyen anasının kucağında.
Gürül gürül akan bir çift pınarın başında susuzluğunu giderir.
AHMET GAZİ AYHAN’IN ÇOCUKLUĞU
Sanatçının çocukluğunun yoksulluk içinde geçtiğini öğreniyoruz ailesinden. Kara kaşlı, kara gözlü, kara saçlı
bir oğlandır. Bulgur pilavına tahta kaşığı çalamasa da, anası Hanım, yemez yedirir kınalı kuzusuna. Kara bir
ekmeğe katık yapmak için, kuru bir soğanın tepesine yumruğunu indirip, cücüğünü çıkartıp yiyemese de,
anası Hanım, alaca ineğin sütünden yapılma ayranı koyup bakır taslara, içmez içirir yavrusuna.
Naftalin kokulu çeyiz sandığından en kıymetli basmasını çıkartıp basma entariler, pazen donlar diker Ah-
met’ine. Göynekler diker. Yün çoraplar örer, tombul ayacıkları taş zeminli odada üşümesin diye. Karanlık
bastığında karanlıktan, kavak ağaçlarının sinir bozucu uğultusundan, uzaktan gelen çakal seslerinden, karda,
kışta kurt ulumalarından hatta köpek seslerinden korkmasın diye çoğu geceler bağrında uyutur Ahmet Gazi’yi.
İdare lambasına daha çok koyar bezir yağını da daha çok yırtar karanlığı şafak sökene dek dağlar ardından.
Seherde esen seher yelini, kara saçlarının arasında hissedene kadar, sabahlara kadar uyumaz, uyuttur ana
yüreği ile. Ninniler söyler.