Page 23 - kayseriden_kopan_turku
P. 23

En çok türküler söyler kulağına. Şerbetlerde, düğünlerde mevlit okuduğu sesi ile.

            Günlerce… Aylarca… Yıllarca.
            Günlerce, aylarca, yıllarca, kulağına okunan o en tatlı sesi, ana sesini, bunun yanı sıra geceleri çoban köpekle-
            rinin güven veren seslerini duyar Ahmet. Yaprakların, o hiç bitmeyen hışırtısını dinler, geniş ve uzun toprak
            avludaki ceviz ağacının altında. Ağustos böceklerinin o bitmeyen ötüşlerini duyar uzun yaz gecelerinde.
            Karanlıkta ateş böceklerini görüp korkar.

            Gün, Ali Dağı’nın arkasında batarken çıngırak sesleri duyar, koyun melemelerine karışan, tahta kapının
            eşiğinde ve şiltenin üstünde. Ya da anasının koyduğu hasırın üstünde.
            Sesler duyar sürekli. Babasının bağlamasından çıkan her ses, sindi kulaklarının derinliklerine. Bir gün… Ya
            da üç yıl sonra. Ana rahminden ayrılalı üç koca yılın ardından.
            Ve bir gün…

            Anlam veremediği, veremeyeceği kalabalıklar görür Ahmet Gazi, taş zeminli odada.
            Kapı önünde adamlar vardır başları önde. Çok adamlar. Suskun adamlar. Durgun adamlar. Soran adamlar.
            Bir O yoktur içlerinde. Kaytan bıyıklarını tuttuğu adam. Kaytan bıyıklarının yanaklarına battığı adam. Esmer,
            yanık yüzünde güldüğü zaman güvercinlerin havalandığı adam. Yaşlı bir çınarın gölgesine serilmiş hasırın
            üstünde basma entariyle otururken gördüğü, kır at ile birlikte sapsarı başakların üstünde döndükçe dönen,
            kırık bir toprak testiden içtiği suyu kıllı bağrına döken adam.

            “ Oğluuumm…. Yavrııııımm. Aha! Şu kır atın tayını alacağım sana. Hele bir büyü sen.”
                                                                                                          23
            dediği, sırtında bile bağlama çalan, Ali Dağı Seymeni.

            Anlam veremediği sesler. Islak gözler. Anasının gözpınarlarından boşalan yağmur gibi damlalar. Ahmet’in
            kara saçlarına, yanık yüzüne, anasının göz pınarlarından düşen gözyaşları.

            Ağlamak…
            Aylardır ilaç kokuları arasında, kimselere göstermeden ağlamak. Özellikle bu boylu poslu aslan hastaya, eşine
            göstermeden ağlamak, sağır duvarlara, gecelere boyu ıslanan dilsiz yastıklara. Gönlün sahibine. Helâline.
            Ayaline. Velinimetine. Er’ine.
            Ahmet Gazi Ayhan babasını üç yaşında kaybeder. Bir daha taş zeminli odada bağlama çalınmaz, türkü söy-
            lenmez. Anasının mevlid okurken siyim siyim ağladığını yıllar sonra hayal meyal hatırlar. El ayak çekilir,
            herkesler kapılarını örter. Kır at, nereye gider, kimler alır, Erciyes’teki yılkılara mı katılır kimse bilinmez.
            Yıldız Ayhan sohbetimiz sırasında eşi Ahmet Gazi Ayhan’ın babasının önceki eşinden Mahmut adlı erkek ve
            Asiye adlarında kardeşlerinin de olduğunu da söylüyor. Ahmet Gazi’nin bacısı Asiye Hala, Reşadiye köyünde
            yaşamış ve Reşadiye köyünde ölmüş. Kaç yaşında vefat ettiği ise bilinmiyor.
            Ve bir gün…

            Hanım Gelin, alır karşısına koca adam alır gibi Ahmet’ini. Sevdiğinden, ayalinden, helâlinden, er yaşta kara
            topraklara girmiş velinimetinden yadigâr yavrusu ile Ahmet anlamasa bile konuşur. Kara gözlerinden sicim
            gibi boşanan yaşlar arasında defalarca yaslar bıraktı bağrına. Öpüp, koklar, okşar. Daha sonra Hanım Gelin,
            denk yapar ne varsa eşya adına. Bir kat döşek, yorgan, yastık, tahta beşik, çul, hasır, kilim, tahta kaşıklar,
            toprak çanaklar, toprak testi, bakır güğüm, çay bardakları…
   18   19   20   21   22   23   24   25   26   27   28