Page 40 - kayseriden_kopan_turku
P. 40
lerden korkar. Hatta kendi gözbebeğinden bile kıskanır yavrusunu.
Yıllar su gibi akıp gider.
Yıllar, Yıldız’a bir kardeş daha getirir. Sümer derler adına. İnci Sümer. Geçen günler içinde O, Sümer’e bakar,
yedirir, içirir, temizler. Anne olur Ona. Ninniler söyler, masallar anlatır. Hatta şarkılar mırıldanır. Hatta ba-
lalayka oynar, bale yapar. Zaten O, ortaokul öğrencisiyken nerede bir akraba düğünü var tüm bildiği şarkıları
söyler. Yıldız şakıdıkça dinleyenler kendilerini bir gül bahçesinde hissederler.
Sanatçı Yıldız Ayhan, annesinin defterdarlıkta olduğu zamanlarda beyaz işlemeli yatak örtülerine sarındı-
ğını bazılarını kesip, biçip, dikerek ve aynanın karşısına geçtiğini ve gördüğü sinema filmlerindeki kadın
artistleri taklit ettiğini söylüyor. O yaşlarda saç fırçalarını mikrofon gibi kullanarak Münir Nurettin’den,
devrin en ünlü yaşayan üstatlarından Tamburi Cemil Bey’den, Melahat Pars’dan radyoda duyduğu şarkıları
okuduğunu ilave ediyor sözlerine. Bir gün öz amcadan daha amca bildikleri, Diş Dr. Aziz Tunç, babası Necati
Bey’e şöyle söyler:
—“Bu kabiliyet kaybedilemez. Hemen ustalardan ders almaya başlasın. Ders ücretleri benden.”
Ana, baba zaten musikişinastır. Zaten udlarıyla, piyanolarıyla, kemanlarıyla musikinin içinde olan aristokrat
bir ailedir. Evde sürekli Türk Sanat Musikisi dinleniyordur.
Şu halde neden olmasın? Neden Süslen ki o yıllarda herkesler kendisine “Süslen” diyorlardır ve bu adı ile
çağırıyorlardır, devrin en ünlü hocalarından ders almasın?
Ekrem Güyer, Radife Erten, Sadi Hoşses, Melahat Pars’tan nota ve usul derslerinin yanında, Dil Tarih Coğ-
40 rafya Fakültesi’nden Ali Rıza Akpolat’tan diksiyon dersleri alır.
Her ay, ayrı ayrı zarflara koyarak hocaların ücretlerini öder Necati Bey. Ama yetinmez bununla Yıldız. Ak-
şamları erkek kardeşi götürüp getirmek şartıyla Ankara Musiki Cemiyeti’nin de havasını solur günlerce.
Meşk eder orada. Bir taraftan okulu, diğer taraftan ev işleri, anneye yardım ve çok sevdiği şarkı söylemek
bütün gününü alır. O yıllarda çoban müziği diye kabul ettikleri türküleri ağzına bile almaz.
Konserlere çağırırlar Onu. Hafta sonlarında Atatürk Orman Çiftliği’nde, yeni yetenekler bulma amacıyla
yarışmalar düzenlenir ve O hep birinci gelir. Polis Radyosu’nda amatör olarak şarkılar söyler zaman zaman.
Üstelik canlı yayındır. Ama talebe olarak, arkadaşları Nesrin Sipahi, Ayten Zenger ile birlikte, hatır, gönül
işi olarak girdikleri Türkiye’nin tek radyo istasyonu olan Ankara Radyosu’nda talebe olarak kalır uzun süre.
1953 Yılı.
Bir afet-i cihan olur Yıldız Süslen. Öyle bir nevcivan olur ki ne diller anlatmaya yeter, ne gözler görmeye
dayanır. Baş döndürür. Büyüler adeta. Ne zaman yürüse bir sokakta Yıldız Süslen, aygın, baygın gözleri
üstünde hisseder. Kaldırım taşlarına değil, çaresiz gönüllere basar sanki parmak uçları. Ama O, kimselere
yandan çarklı, delirten bakış fırlatmaz.
Küçük heyecanlar, geçici hevesler peşinde olmaz hiç.
“Meşhur şarkıcı olacağım...
Araba kapımda bekleyecek…
Ben eteklerimi toplayıp arabaya bineceğim. Her parmağımda kıymetli yüzükler olacak. Kimsenin giyemeyeceği
pabuçlar ayağımda olacak.”