Page 42 - kayseriden_kopan_turku
P. 42

—”Hemşerim ne söylettiler? Ne çaldırdılar?

                          —”Valla ben içeri girdiğimde, çok adam vardı. Tam türküye başlayacağım sırada boğazımı bir- iki öksürüp yağ-
                          layayım dedim. Vay! Bunu yapan sen misin? Girdiğimle çıktığım bir oldu. “Çık” dediler de başka bir şey demediler
                          yahu. Kovdular resmen.

                          Moral bozulur Ahmet Gazi’de. Bir an kalabalığın arasından sıyrılıp, arkasına bakmadan çekip gitmek ister.
                          Yüzlerce kişinin arasından seçilemeyeceğine o kadar emindir ki. Üstelik uddan girecektir ve yalnızca 1 kişi
                          alınacaktır. Taşradan gelen birinin elbette İstanbul’da müzik yapanlara karşı şansı yoktur. Bağlamadan girse
                          bile bir şeyin değişmeyeceğine inandırır kendini. Ankara, İstanbul gibi büyük şehirlerde ünlü sanatçılar ar-
                          kasında saz çalan adamlardan sıra gelmeyeceğini düşünür. O, bu düşünceler içindeyken omzuna dokunan
                          bir elin omzuna dokunduğunu hisseder.

                          Döner arkasına bakar:
                          —Ben Halil Aksoy.

                          —Ben de Ahmet Gazi.
                          —Senden bir istirhamım var. Yapar mısın?

                          —Bilmem. Nasıl bir şey istediğine bağlı.
                          —Bak! Sen bağlama çalmayı da çok iyi biliyorsun. Uddan da, bağlamadan da girsen alırlar seni. Ama ben bağ-
                          lama bilmiyorum. Eğer sen bağlamadan girersen ben de uddan girerim ve böylece şansım artmış olur. Kabul mü?
             42           Bir an düşünür Ahmet Gazi. Karşısındakine bakar bir süre. Gözlerindeki çaresizliği görür. Adam, adeta yal-
                          varır gibi konuşmuştur. “Hayır” dese dünyası kararacaktır. Ama kendisinin de beklentileri, umutları vardır.
                          O kadar yolu boşuna mı gelmiştir.
                          Nasıl oldu, niye oldu pek anlayamaz ama ağzından çıkan “Tamam.” sözünü kendisi bile zor duyar. Adamın
                          bakışlarındaki minnet ifadesini görür ve elinin kuvvetlice sıkıldığının farkında bile olmaz.

                          Kader bu olsa gerek. Alın yazısı.
                          Halil Aksoy, imtihanı kazanıp ud sanatçısı olarak Ankara Radyosu’na girer. Kimler bilebilir ki O, gelecekte
                          Türkiye’nin en ünlü Türk Sanat Müziği sanatçılarından rahmetli Behiye Aksoy’un kocası olacaktır.
                          Adının çağrılmasıyla dizlerindeki titreme daha da artar Ahmet Gazi’nin. Elleri terden sırılsıklamdır. İçeri
                          girer. Odada devrin en ünlü isimleri vardır. Mesut Cemiller, Refik Fersanlar, Nurullah Taşkıranlar, Veli
                          Kanıklar, çok büyük üstatlar vardır.
                          Çal derler. Söyle derler. Durmak yoktur. Terlesen de, dizlerinin bağı çözülse de durmak, dinlenmek yoktur.

                          “ Bırak bağlamayı, Keman çal. Bırak kemanı, yaylı tambur çal. Bırak yaylı tamburu, kanun çal. Bırak kanunu,
                          cümbüş çal. Hepsini bırak, saz çalmaya yeniden başla.”
                          Bu nasıl iştir, bu nasıl imtihandır anlayamaz Ahmet Gazi. Elin adamları en fazla 10 dakika imtihan olurken
                          kendisi yaklaşık 1 saattir içerde ter döküyordur. Kan-ter içinde kalsa da, parmakları sızım sızım sızlasa da,
                          kolları yorgunluktan kopsa da çaldıkça çalıyor, söyledikçe söylüyordur.
                          Kulaktan imtihan yaparlar bütün bunlar yetmez de. İki, dört, sekiz ses bastırırlar. O bunları takır takır söyler.
                          İmtihanı kazanamadığını düşünür bir an.
   37   38   39   40   41   42   43   44   45   46   47