Page 38 - kayseriden_kopan_turku
P. 38

yollara giderler. Ayrılırlar.

                          Üsküdar Başkomiseri Necati bey, daha sonraki yıllarda, yine kendisi gibi Kırım göçmeni, İstanbul Selimiye
                          Kışlası’nda Levazım subayı Seyyid Mehmet ile yıllar önce Kırım diyarından evini barkını, yurdunu, gözlerinde
                          sicim gibi, kimselere gösteremediği yaşlarla bırakmış Hanife’nin İstanbul’da yalıda doğmuş, büyümüş, piya-
                          no çalan, ud çalan, son derece zeki, eğitimli, kültürlü, ırkının bütün cazibesini, Kırım’ın bütün çiçeklerinin
                          kokusunu, güzelliğini üstünde toplamış, Kuzguncuk Güzeli, Fransızca bilen Muazzez ile hayatını birleştirir.
                          Yılmaz doğar. İki buçuk yaşına gelir. Muazzez Hanım, ikinci oğluna gebe kalır.

                          Doğumdan bir gün önce, aklar giyinmiş, aksakallı bir dede görür rüyasında Muazzez Hanım. Nur yüzlü dede
                          iki elma uzatır. Biri küçük, biri büyük:
                          —“Hangisini istersin?”

                          Muazzez Hanım şaşırır. Önce bir şeyler söyleyemez. Sonra kendisi mi söyler, ya da söylettirilir bilemez ama
                          küçüğünü ister elmalardan. Küçüğü verilir. Büyük elma birden yok olur. Kan-ter içinde uyanır Muazzez
                          Hanım. Bir anlam veremez karı- koca. “Hayırdır inşallah.” demekle yetinirler. Yılmaz’ı komşuya emanet
                          ederler ve düşerler hastane yoluna.
                          Burada bir erkek çocuğu dünyaya getirir Muazzez Hanım. Doğumdan sonra eve döndüklerinde yarım kalır
                          gülümsemeleri ya da mutlulukları. Yılmaz ateşler içinde yanıyordur cayır cayır adeta. Doktor çağırırlar.
                          “Zatürre” der doktor. Çok geçmez, Yılmaz, daha yeni bebeğin, kardeşinin adı konmadan, onu sevemeden,
                          onun yüzüne bakamadan gözlerini kapatır ve derin bir uykuya dalar, bir daha da açmaz.

             38           Zaman su gibi akıp gider. Bir gün bir davetiye alır Necati Bey. Atatürk’ün koruma başkomiseri olur. Yine
                          Mustafa Kemal Paşa’nın emriyle okumuş, eğitimli, kültürlü kadınları görev başına çağırırlar. Muazzez Hanım
                          da Defterdarlıkta göreve başlar.

                          Yeni bir hayat, açar kollarını Baybol Ailesine. Onlar Ankara’ya taşınırlar böylece.
                          Gökyüzünden bir yıldızın, telli duvaklı gelin olduğu saatlerdir yeryüzüne. Muazzez Hanım, hamiledir. O,
                          hamileliğin verdiği kaygılar içindeyken, 1933 yılında, Cumhuriyet’in kuruluşunun 10. yıl kutlama törenlerine
                          davet edilirler. Necati Bey ve Muazzez Hanım, giyinirler, kuşanırlar ve davete icabet ederek baloya katılırlar.
                          Necati Bey, Gazi Mustafa Kemal Paşa ile eşini tanıştırır:
                          —“Paşam gelininizi getirdim. Elinizi öpecek.”

                          Muazzez Hanım’da heyecan doruktadır. Dizlerinin titremesine engel olamaz belki ama aynı heyecanla elini
                          öper Paşa’nın. Saygıyla eğilir önünde. O, bu gibi yerlerde nasıl hareket etmesi gerektiğini çok iyi bilecek
                          kadar kültürlü, eğitimli bir genç kadın. Özel durumu da olsa, mümkün olduğu kadar saygıda kusur etme-
                          yecek kadar da dikkatlidir.
                          Bir ara sohbet sırasında Gazi, İsmet Paşa’ya dönerek sorar:

                          “Gelinimizle dans eder misin?”
                          “Tabii ki Paşam.”

                          Dans sırasında, hamileliğinden dolayı İsmet Paşa’ya bir sıkıntı vermemek için oldukça huzursuz olur Mu-
                          azzez Hanım. Karnını, olabildiği kadarıyla geri tutmaya çalışır. Kasar kendini. İsmet İnönü bu durumu anlar
                          ve Onun rahatlaması için birkaç söz söyleme ihtiyacı duydu:
   33   34   35   36   37   38   39   40   41   42   43