Page 33 - kayseriden_kopan_turku
P. 33

Adı gittikçe duyulmaya başlar.

            O kimselerin görmediği, kimselerin bilmediği, kimselerin taklit edemediği bağlama tutuşu bile, dilden dile
            söylenir, kulaktan kulağa yayılır.

            Düğünlere O çağırılır ilkin.
            Karasinekten geçilmeyen dar sokaklardaki toprak damlı evlerde, zaptiye korkusuyla da olsa yapılan oturak
            âlemlerinde, işret âlemlerinde O yoksa bile, adını konuşurlar ağalar, beyler. Beli kamalı, burma bıyıklı, ka-
            badayılığın kitabını yazmış Kayseri babayiğitleri.
            Akçakayalı, dal gibi incecik, görenlerin dönüp bir daha baktığı, saçları örgülü köy kızların, perde arkasından
            gizli gizli baktıkları, yüreklerini hoplatan yakışıklı bir uzun delikanlıdır artık.
            Tarih kim bilir ne. Hangi gün kim bilir.

            Kayseri’deki ev…
            Siyah bir araba durur Kayseri’deki evlerinin önünde. Asker üniformalı biri iner içinden. Sivil giyimli biri
            daha. Çalarlar tahta kapısını evin. Ahmet Gazi çıkar kapının önüne.

            Bir arabaya bakar, bir gelenlere. Korkar biraz. Fazla bir şey söyleyemez. “Buyurun Ağalar.” diyebilir sadece
            kısık bir sesle. Tok bir sesle irkilir. Eli ayağı tutmaz olur sanki:

            “Gazi Paşa Hazretleri memleketimize şeref verdiler. Halkevi’ndeler. Bağlamanı al ve bizimle gel çabuk.”
            Heyecanlanır Ahmet Gazi. Yutkunur. Başını sallayabilir sadece.
                                                                                                          33
            Siyah arabaya bindiğinde o yol ne zaman biter anlayamaz. Elinde bağlaması, içeri girip bir köşeye siner adeta.
            Salonda O’nu görür. O… Gazi Paşa. Mustafa Kemal Paşa’yı.

            Masada bütün haşmetiyle O oturmaktadır. Uzun yıllar süren harplerin, cephelerin yorgun bakışları vardır.
            Halkevi salonunda Kayseri eşrafı. Kayseri’nin konak ağaları. Konak beyleri yer almıştır. Hükümet adamları.
            Sol göğsü pırıl pırıl madalyalı kumandanlar.

            Ve Kayseri’nin en birinci bağlama çalan, türkü söyleyen ama yürekleri şu an bir kuşunki kadar ürkek, sesi
            titrek, türküsü, Kayseri’den gayrı başka bir şeyi söylemeyen adamlar sıranın kendilerine gelmesini beklerler.
            Türküsünü bitiren saygıyla eğilir. Yerlere kadar temenna edip köşelere çekilirler el- ayakaltından. Sıra Ahmet
            Gazi’ye gelir. Ne okusun? Ne söylesin, nasıl söylesin önceleri bilemez. Kendinden öncekiler Kayseri’ye ait
            ne var, ne yoksa çalıp, söylemişlerdir Gazi Paşa’nın huzurunda.
            Derin bir nefes alır Ahmet Gazi. Başı dik, kendinden emin, heyecanını gizlemeye çalışarak kendisi için ay-
            rılan yere gider ve oturur sandalyeye. Bağlamasını bağrına basar ve parmak uçları, adeta gözleri varmış gibi
            dokunur sazının tellerine. İlkin, o taş mektepte öğrendiği Kurtuluş Savaşı’na ait destanları, kahramanlık
            türkülerini çalar, söyler. Daha sonra
            Gazi Paşa için söylenmiş türküleri çalar. Türküsünü bitirmesinin hemen ardından Gazi Paşa’nın, gitmek
            üzere ayağa kalktığını, ortalığın birden bire karıştığını hisseder sadece.
            Giderken, dönüp kendisine baktığını hiç görmez. Hemen bir köşeye çekilir ve kalabalık arasında kendisini
            kaybettirir, unutturur, başı önünde kalakalır öylece.
            Delikanlı çağında da olsa ayaklar arasında kaybolan bir çocuk sayılırmış sanatçımız.
   28   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38