Page 31 - kayseriden_kopan_turku
P. 31
“ Gideceğim de gideceğim.” der tutturur anasına.
Ana yüreği. Bakar durur şaşkın, üzgün, gözleri yaşlar içinde. Oysa tek oğlu, gurbet der bir daha demez. So-
nunda razı eder anasını ve düşer gurbet yoluna. Hasret yoluna. Üze üze ağlata ağlata anası yolcu eder oğlunu.
Kayseri tren istasyonunda, kendisi gibi tahta bavulunu, torbasını, azığını, yatağını, döşeğini hatta bağlama-
sını, hatta bebesinin anası yârine ait tek soluk fotoğrafı, kara sevdasının yadigârı çevreyi alan Akçakayalı,
henüz bıyıkları terlememiş yeni yetmeler, sırım gibi delikanlılar, babayiğitler, memleket toprağını sırtlarına
vururlar, Erciyes kokusunu ciğerlerine çekerler, ana, baba, özellikle yâr hasretini yüreklerinin en gizli köşesine
saklarlar ve ekmeğin belasına dolarlar kara vagonlara.
Önce kampanalar vurur.
Kapkara bir lokomotifin kapkara bacasından, yangın içindeki gönüllerin kapkara dumanları yükselir ikindi
vakti. Çelik tekerlekler ıslak raylar üzerinde ağır ağır hareket ederken, tiz bir çığlıkla gözleri daha bir ıslanır
istasyonda kalanların.
Ve gider Ahmet Gazi bahtının rüzgârına kapılıp. Bakışları dalgın ve suskundur.
Adana. Koca şehir. Gurbetin öteki adıdır kimilerine göre. Ekmeği, aslanın ağzından alabilmek için elleri,
kolları kanlar içinde kalan Akçakayalılar’ın umutları olur. Uçsuz bucaksız pamuk tarlalarında, kar gibi beyaz
pamuğu, ak alınlarının teriyle ıslatan, yüreklerinin al kanıyla boyayan yoksulların aziz bildikleri yerdir artık.
Hacı Ömer Emmi’nin çırçır fabrikası.
Ahmet Gazi ilk defa görür pamuğu orada. İlk defa duyar acısını gurbetin. İlk defa akşamın hüznü çok daha 31
farklı sarar bütün ruhunu. İlk defa anasını bu kadar özler. İlk defa pişirir, anasız yer bulgur pilavını, kuru
soğanı da, acı soğanın tadı çok daha acı gelir. Irgatlığın ya da işçiliğin ne olduğunu görür, akrabası Sabancı,
Hacı Ömer Emmi’sinin fabrikası olsa da.
En çok anasını görür düşünde.
En çok org çalar, bağlama çalar Kayseri türkülerini dinler yarım kalan düşlerinde.
Erken yatar, erken kalkar gurbet odasında.
İşe gider büyük adam gibi.
Herkesler gibi çalışır. Koşar, alın teri döker, emek verir.
Akşamüstleri yorgunluktan bıçak açmaz ağzını. Uyuyakalır oturduğu yerde. Onunla kalanlar usulca uyan-
dırırlar, yatırırlar döşeğine bu, ara sıra pamuk balyaları arasında yanık, incecik ama hiçbir çocuğunkine ben-
zemeyen sesiyle türkü söyleyen, köylü çocuğu olmasına rağmen görgülü, terbiyeli ama çok duygulu oğlanı.
Pamuk balyalarını basar bağrına bağlamanın tezenesi yerine. Pamuk balyalarının üstünde uyur anasının
kucağı niyetine. Balya basma makinesinin sesi bile türkü söyler gibi gelir Ona. Balya makinesini dinler. Bir
gün öyle bir şey olur ki Ahmet Gazi için farklı bir hayatın adeta başlangıcı olacaktır. Bundan sonrasını sanatçı
Yıldız Ayhan ve kızı Nurdan Ayhan bakın nasıl anlatıyorlar:
“O gün Adana’nın öğle sıcağı yine kasıp kavuruyormuş. Ayhan, (Yıldız Ayhan eşine her zaman adını söyle-
mez “Ayhan, Gazi” diye seslenir, konuşurmuş.) bir süre dinlenmek için pamuk yığınlarının arasına uzanmış.
Rahatmış yattığı yer. Sonuçta çocuk işte. Göz kapakları ağır inmeye başlamış. Bir yandan da öğle paydosunu