Page 30 - kayseriden_kopan_turku
P. 30

giren- çıkan, gözlerini bile göstermekten hayâ eden koca analar vardır.

                          Kendisinin bile bilmediği bir nedenle durur. Bir süre boş gözlerle uzaktan seyreder kalabalığı. Evin az
                          ilerisinde yakılmış koca bir ateşin üstünde kaynayan koca bir kara kazan dikkatini çeker. Garip, tuhaf bir
                          rahatlama hisseder içinde. İncecik, zayıf, Akçakaya’nın bütün taşlarını yüklemiş vücuduna yayıldığını his-
                          seder. Çok çok kısa kesilmiş, saçlarından, yara bere içindeki ayak tırnaklarına kadar. O uzun sopa birden
                          bire kırılır gözlerinin önünde.
                          Buz gibidir bakışları, bu yüreğinde sevgi nehirlerinin taştığı çocuğun. O an granit taşlar gibidir yüreği. Yal-
                          nızca dudaklarında belli belirsiz, sitemli, acı bir gülümseme vardır.
                          Kalabalığa karışıp gider Akçakaya’nın en sessiz, en tenha, özellikle geceleri en ürkütücü uzak bir yerine.
                          Birilerinin başını okşamalarına aldırış bile etmez. Uzun, servi ağaçlarının güneşin batışıyla birlikte, yap-
                          rakları arasında ürperten sesler çıkardığı, kasvetin her karışına, her taşına, her otuna, kokusuz her çiçeğine
                          sindiği o yere.
                          Mezarlığa…

                          “ Er gişi niyetine ”
                          “ Nasıl bilirdiniz? ”
                          Köyün bakkalı, Ahmet Gazi’nin, Arnavut göçmeni üvey babası yoktur artık.



             30           HACI ÖMER SABANCININ FABRİKASINDA ÇALIŞMASI

                          Dayakçı, üvey babası öldükten sonra Ahmet Gazi’nin hayatında değişiklikler, yenilikler olmaya başlar. Her
                          günün sabahında biraz daha boy verir, biraz daha gelişir. Geçim derdi biner. Sıska omuzlarına çöktü kaygısı
                          bulgur pilavının. Kara bağrı gibi nadas nadas kabaran kara toprağa bağdaş kurup bir yumrukta cücüğünü
                          çıkartır kuru soğanın ve kara, tandır ekmeğine katık edip yediği zamanlardır.

                          Bir marangoza çırak durur.
                          Zanaat beller belleyebildiği kadar. Ya da ustanın bellettiği kadar. Sever marangozluğu. Zaten eli de yatkındır.
                          Tahta kaşığın orasını burasını küçük çakı bıçağı ile kesip, doğrayıp bağlamaya çeviren ellerin, dahası, anası
                          gibi iyi dikiş diken, iyi yama yapan becerikli ellerin, tahta yontması, çivi çakması çocuk oyuncağıdır.
                          Bir gün gurbet yolu görünür. Yılın ne olduğunu tespit edemedim ne yazık ki. Zaten eşi ve kızları da sadece
                          babalarının kendilerine anlattığını naklettiler bana. Yılını onlar da tam olarak çıkartamadılar. O yıllarda
                          köyde Sabancılardan Hacı Ömer Ağa köyün tek ağası. Üstelik de akrabası.
                          Bir gün köyde bir söylenti dolaşır. Köyün yaşlıları, ileri gelenleri duyduklarını duymayanlara söylerler:
                          “ Hacı Ömer Ağa çırçır fabrikası kurdu Adana’da. Irgat ister köyünden. İster ki karnı aş görsün toprağının genci,
                          gücü kuvveti yerinde olanı. Üstü urba, başı şapka, ayağı kundura görsün. Bebelere bile iş varmış aha! Koca fabri-
                          kada. Toplayıp alayını götüreyim dermiş Adana’ya Emmimiz. Haydin Ağalar. Davete icabet etmek gerek bizim gibi
                          fukara kısmına. Kadın kısmının eteğinin dibinde oturmaktansa, gurbette alın teri, göz nuru dökmek gerekir ekmek
                          adına. Aha! Şu bilek gücüyle bebelerin nafakasını çıkarmak gerekir.”

                          Ahmet Gazi bu işe de merak salar. Üstelik yaşının küçüklüğüne bakmadan. Evin erkeği olduğunu unutup:
   25   26   27   28   29   30   31   32   33   34   35