Page 34 - kayseriden_kopan_turku
P. 34

Yalnız Adam, ömrünü cephelerde tüketmiş adam, Kayseri’nin kutlu misafiri, tam arabaya bineceği bir sırada
                          durmuş, arkasını dönerek sormuş:
                          “Nerede O çocuk? Saz çalan. Türkü söyleyen.”

                          Ortalık yine karışmış. Herkes birbirine bakmış. “O çocuğu” aranmaya başlamış onca insanın içinde. Fısıltılar,
                          kalabalık arasında yayılmış.
                          Çok geçmemiş, kısa bir süre sonra, bir kenarda sessizce olup biteni seyreden “O çocuk” bulup getirilmiş
                          Gazi’nin huzuruna.
                          Yaprak gibi titreyen bir çocuk. Dedik ya! Bıyıkları henüz terleyen, Halkevi’ndeki marifetine bakanın, Onu
                          dinleyenin koskoca bir adam zannedeceği garip, yoksul bir çocukmuş Ahmet Gazi.
                          Elini öpmüş Ata’sının O çocuk. Gülümsemiş hüzünlü, mavi gözler. Saçlarını okşamış.

                          Şöyle demiş sonra:
                          “Aferin oğlum. Çok güzel çalıp, okudun. Pek beğendim. Sazı sakın bırakma. Ne olursan ol, sazdan vazgeçme. Kabi-
                          liyetin var. Çalış. Çok daha çalış.”

                          Sonra sırtını okşamış, “O çocuk” Ahmet’in. Gazi Paşa Hazretleri, kendisini yolcu etmeye gelmiş kalaba-
                          lığın bakışları arasında elini cebine atmış ve bir miktar kâğıttan parayı sıkıştırmış Ahmet Gazi’nin terden
                          sırılsıklam olmuş avuçlarına.

                          Elli lira.
             34           Nurdan Hanım diyor ki; “Babam Ahmet, elli lirayı arkadaşlarıyla harcamış, harcamış bitirememiş uzun

                          zaman. Ben hatırlıyorum; yıllar yıllar sonra aklına geldiğinde gözleri buğulanır, derin düşüncelere dalardı.
                          Zaten bu olay kısa sürede, başta köyü Akçakaya olmak üzere bütün Kayseri toprağında günün değil hafta-
                          ların, ayların konusu olmuş. Duyan duymayana, gören görmeyene anlatmış. Herkes babamı merak etmiş.”

                          İlk notayı, Kayseri Halkevi’nde öğrenir Ahmet Gazi. Halkevi’nde bağlamasını konuşturur. Sesini, yorumunu
                          dinlerler, sinek uçsa kanadının sesi duyulur bir salonda. Hatta o devirlerin en namlı türkü adamı, radyo
                          adamı Muzaffer Sarısözen de dinler onu.

                          Muzaffer Sarısözen, o devrin ve Türkiye’nin tek Radyoevi olan Ankara Radyosu’nun en büyük yetkilisidir.
                          Tek adamdır. Ömrünü türkülere adamış adamdır. Türkü derlemeye çıkar zaman zaman bütün ülkeye. Yolu
                          bir gün Kayseri’ye de düşer, Halil Bedii Yönetken ile.

                          Yıl 1940. Kim bilir hangi gün, hangi saat.
                          Kayseri Halkevi kalabalıktır. Bağlamasını alan gelir. Sesine, yüreğine güvenen gelir.

                          Ahmet Gaziler, Yahya Yahyabeyoğlular ve Kayseri’nin bağrı yanık, derdini bağlamanın tellerine dökenler,
                          ağalar, beyler, efendiler de vardır salonda. Kayseri’nin efsane adamı, gazetecisi, gelecekte Kayseri Belediye
                          Başkanı olacak, gelecekte Yassıada’da çile çekecek, ufak, tefek, Eğribucak Bağları’nın sıcağının kavurduğu
                          Osman Kavuncu da var orada. Vururlar bağlamanın tellerine. Osman Kavuncu Ağa, basar bağlamayı bağrına
                          da, boyundan büyük sözler eder, nağmeler düşürür inleyen tellerden:

                          “ Asmalar da kol uzatmış dallere
                          Sen düşürdün beni halden hallere
   29   30   31   32   33   34   35   36   37   38   39