Page 45 - kayseriden_kopan_turku
P. 45
yicileri üzülürler. Canlı yayın olduğu için onun sesini bir daha asla dinleyememek üzer bütün Türkiye’deki
türkü sevenleri.
Açlar, çıplaklar, kimsesizler, garipler, yetimler üzülür. Onlar parasızdır çünkü. Onlar, bir yaz gecesi bir parkta,
Onu dinleyebilmek için masa kiralamaya gücü yetmeyen insanlardır. Onlar, bir gazinonun kapısının önünden
bile geçemeyecek kadar yoksullardır. Tek yapabildikleri ağaçlara çıkmaktır. Direklere tırmanmaktır. Ama en
iyi gazinolarda görürler Onu başka insanlar. En iyi, en kalabalık bahçelerde sesini duyarlar, sazının tellerinin
inleyişini dinlerler. O, gönülleri hızla fethetmeye başlar.
İyi para kazanmaya başlar Ahmet Gazi. O, Erciyes’in kokusunu, gurbetin sızını içine sindirmiş halktan biridir.
Serde Anadoluluk vardır. Delikanlılık vardır. Kayserililik vardır.
Ahmet Gazi, piyasada çalışırken eşi Hikmet Hanım’ı da alır radyodan. Ama Hikmet Hanım mutlu olmaz
Onun bu davranışından. Tartışırlar sürekli. Kavga ederler sık sık.
Sonunda kocasına rest çeker Hikmet Hanım. Evde esen buz gibi rüzgârlar yerini kar yağmaya bırakır. Ayaz
olur, don olur ve bir sabah, güneşin ilk ışıkları altında, yağan kar altında, eşi ile Ankara Tren İstasyonu’nda
vedalaşırlar. Hikmet, kızı Tülay’ı bırakmaz ve alır götürür yanında Kayseri’ye. Üze, üze. Yüreklerden bir
şeyler kopararak. Bir daha asla geriye dönüş olmadan. Radyoyu kaybetmek adına. Başkenti bırakıp gitmek
adına. Bir gün başkaları gibi afişlerde resmi, ismi olma, dev gazinolarda şarkı söyleme şansını yitirmek adına.
Kompartıman penceresinden, doruklarına sis çökmüş, kapkara bulutlar çökmüş yüce dağlara yağan yağmuru
seyrederken düşünür saatlerce, saatlerce. Uzaklardan, Erciyes göründüğünde kararını vermiştir çoktan.
Kucağında, her şeyden habersiz uyuyan kızının babasız büyüme ihtimali olmasına rağmen boşanırlar.
45
Daha sonraki zamanlarda Ahmet Gazi yalnızlığı, yüreğinin derinliklerinde hisseder.
Kızını özler en çok. Onun sesini. Saçlarını, ellerini, gözlerini özler. Bu, sesini de, sazını da, sözünü de etki-
ler. Çok terler. Adeta sırılsıklam olur. Belki de bu olayın etkisinden, sular, seller basar olur sahnedeyken.
Mendiller yetişmez olur. Herkes Onun alnından, esmer yüzüne seller gibi boşanan terleri silmekten zevk
duyar. Tıpkı bir gazinoda program yaptığı günlerden birinde, aynı gazinoda Türk Sanat Müziği söyleyen
daha doğrusu söylemeye çalışan İzmirli O kadının ilgisi gibi.
Adı Süheyla…
Onun beyaz, ipek mendili alnında dolaşırken ve baygın bakışları Ahmet Gazi’nin yorgun gözlerine çivilenirken,
yalnızlığın çemberi içinde sıkışıp kalmış bu genç adamın yüreğindeki kırık kanatlar yeniden vurmaya başlar.
Bir kor düşer. Bir yangın başlar.
Üç gün, beş gün, bir hafta, bir ay. Çıkarlar birlikte program sonlarında. Bir sabahçı lokantada sımsıcak çorba
içerler, bir sabahçı kahvehanede yorgunluklarını atarlar bir fincan kahve ile. Anlatırlar birbirlerine ne var
ne yoksa. Sonunda evlenirler.
Onların bu evliliklerinden Feyza doğar. Feyza, ışığı olur karanlık gecelerde evlerinin.
Umutsuzluklarında umut, kavgalarında zeytin dalıdır birbirlerine uzattıkları. Bir gül tomurcuğudur, ne
zaman poyraz esse. Bir şeyler yanlıştır. Adı konulmadık, bilinmedik, gizli, sinsi, içten içe bir kurt gibi oyan
bir şey. Ayrı saatlerde eve dönüşleri ve aynı evde gittikçe büyüyen yalnızlıkları vardır. Bir Anadolu erkeğinin
alışık olmadığı, olamayacağı yaşam biçimidir bu. Biri İzmir’in, özellikle eğlence ortamlarında yetişmiş, gece