Page 39 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 39
sevip okşayacaktım. Onu bağrıma basacak kemiklerimi
ısıtacaktım. Şimdi hiçbir şey yok. Yanım, böğrüm, her
yer bomboş. Her yer kuru, her yer ıssız. Her yer acı ile
dolu. Neyleyeyim bu hayatı? Bir gün döner gelirsen,
beni bulasın, bir anam vardı diyesin diye yaşıyorum!
Kestane saçlarına dokunmak, kokunu almak, bağrıma
basmak istiyordum. Kuzum, Murat’ım “ diyordu. Sonra
kara talihine yanıyor, sevgililerinin yokluğuna hasretine
dayanamıyor, tenha yerlerde saatlerce ağlıyordu.
Oysa mektup, İstanbul’da köprüde satılan hazır
mektuplardan biriydi. İstanbul’dan atılmıştı. Sılada
bulunup da okuması yazması olmayanlar, mektubun
altına sadece parmak basıp, gönderirdi. Bu mektupta
da Murat'ının parmak izi vardı. Belli belirsiz çizgileri
olan bir leke mektubun en altında yer alıyordu. Hemen
herkese selam, kelam ve sonunda büyüklerin
ellerinden küçüklerin gözlerinden öpüyor ve anasını,
atasını Allah’a emanet ediyordu.
Nazmiye Nine, Yunus’a, koca dünyada Murat’ının
nerede olduğunu bilecekmiş gibi soruyor, bir ümit
diyordu.
“Yunus’um, gardaşım! Oğlum Murat’ım şimdi nerede,
ne yapıyor dersin. Soğuk mu, üşüyor mu? Anasını
unutur mu hiç? Unutmaz, bir gün gelecek, gelecek mi
ha? “ Yine kendisi cevaplıyordu. “Sen bilemezsin ki,
nasıl bileceksin ki? Sen dünyanın bir ucunda, o başka
ucunda. Murat’ım dünyanın öbür ucunda. Binlerce
insan, ordular içinde ara ki bulasın? Onun yerini,
yurdunu bilsem de, gitsem diyorum. Onun çil çil
yüzünü, kestane saçlarını bir kere daha koklasam da,
ölsem diyorum. Yaşamaya onun için katlanıyorum.
Onu göremezsem, bilemezsem, niye yaşayayım ki?
Hasretimden yaşıyorum. Hasretime kavuşmadan
31