Page 55 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 55

Sümeyra Öztürk Şahin | Göl Zamanı
            Ölüm ağırdı, belli. Lakin şimdi kendi yükü daha ağırdı. İyice kararan suların üzerinde
            gittikçe sertleşen akşam rüzgarı yüzünü soğuğa kesince kalktı. Ve raviler meclisinin
            en yaşlı üyesine beklenen ölüm haberini vermek üzere yollandı.
               Sabaha ne kadar vardı, Nazar Kadının ölüm haberi münadilerin gür sadalarında ne
            zaman yankılanırdı, dahası gölün kıyısında Nazar Kadınla ne kadar vakit geçirmişti,
            merak etti. Lakin öğrenemedi. Gölün az ilerisinde güneş gören meydana dikilen
            çubuk, günün saatlerinden haber verirdi de gecenin saatlerini bildirmezdi. Kimse
            bunu merak da etmezdi.

               Ama işte Zamani merak etti, bilmek istedi.
               Bu merak, ölüm haberini taşlaşmış bir sükunetle karşılayan ve içinden ürperti-
            siz geçilemeyecek kadar derin bakışları olan yaşlı ravinin gözlerinin karasında bile
            dağılmadı. Yorgun, acemi ve acemiliğinde mazur genç adam, Nazar Kadının ölüm
            haberine başını hafifçe mukabele ederek karşılık veren yaşlı ravinin yanından düşmüş
            omuzlarla ayrıldı.
               İlk bakışta gölün kıyısına özensizce iliştirivermiş hissini bırakan tek katlı, tek odalı
            evine akşamın alacasında girdi Zamani. Yemedi, içmedi. Günün saatlere bölündüğü
            zamanlardan hayli uzak çağlarda yaşadıkları için uykunun da, uykusuzluğun da
            saati yoktu göl insanlarının hafızasında. Yorgun başını göl ördeklerinin tüyleriyle
            doldurulmuş yumuşak yastığına koydu Zamani. Gece boyu hep aynı soru yumrulanıp
            durdu zihninde. Neydi onu bütün bu göl insanlarından ayırıp duran şey, neydi? Neden
            herkesler güneşin ilk ışıklarıyla yıkanan göl sularında sabah serinliğine verirken mutlu
            yüzlerini, o başka alemlere dikiyordu kederle gözlerini? Neden hep gündoğumlarının
            ve günbatımlarının başka yerlerde, sulara böyle düşmediğine dair sersemletici bir
            kuşku kaplıyordu içini? O yerlerin yollarını düşleyip dururken, neden kalabalıklar
            arasında bunca tenhaydı?

               Böyle soruları art arda sıralayıp da cevapları yerine bir büyük boşluk bırakınca
            zihnine ağlardı Zamani. Yüzü uzak, elleri uzak, gözleri çok uzak bir dünyaya sürgün
            edilmiş gibi hıçkıra hıçkıra ağlardı. Aralarında bir derin uçurum… Aşılmazdı. Suların
            aşılmasının yolları bilinir de bu yerde, uçurumlar aşılmazdı. Küçük sandallar bağlardı
            göl insanlarını birbirine. Döşemeleri çam ağaçlarından, tavanı sazlardan örülü derme
            çatma evlerde yol su demek olurdu ve o da sandalla aşılırdı. Bu yüzden her evin biti-
            şiğinde bir de yorgun sandal uyurdu göl gecelerinde. Sular aşılırdı ama uçurumların
            önünde kalınırdı bu yerde. Sarp kayalıklar arasında bir uçuruma bunca bigane olan
            göl insanlarının ruhları da yabancıydı uçuruma. Birbirine uymayan iki başka tarafla
            çatışıp durmazdı hiçbiri. Leke barındırmazdı, saydam bir aynaya benzer kalpleri.




                                                                                    55
   50   51   52   53   54   55   56   57   58   59   60