Page 60 - Emir Kalkan Hikaye Yarışma
P. 60

Emir Kalkan Hikâye Yarışması
            da Zamani’nin gördüğü rüyaları görmeye başladılar ve bu rüyaların anlamını raviler
            meclisinin gün görmüş yaş almış üyesine değil de birbirlerine sorup sordular. Bir tek,
            rüyaların yorumu artık kendisinden sorulmayan yaşlı ravinin rüyaları değişmedi.
            Kendisinden sorulmayan rüyaları rüzgara te’vil etti: Zamanı yitirdik, dedi usulca.
            “Zamanı yitirdik.”
               Kimseler sormadı, kimseler duymadı.




                           YOLUN YOLCUDAN, YOLCUNUN YOLDAN SORULDUĞUDUR.
               Saydam sular uydudayken çıktı yola. Su kuşları, göl kamışları uydudayken, göl ağır
            bir karanlıkta yüzüyorken. Umuyordu ki Zamani, mevsimlerin ve mekanların değiş-
            tiğini fark ettiği gün, sırrı öğrenmiş olacaktı. Birbirine benzemeyen günler yaşadığı
            zaman, kurtulacaktı ziyandan. Aslında ortada ne vaat edilen bir göl vardır, ne de çöl.
               Ama işte o henüz bunu bilmiyorken. Vakit henüz o kadar demlenmemişken.
            Yürünecek yollar arkasında değil de önünde uzanmışken. Ve o hala yolun başında
            bile değilken. Ne vaat edilen bir çölün, ne de içinde olduğunu zannettiği, gün be gün
            güneşine uyandığı bir gölün aslında hiç olmadığını, nereden bilsindi ki? Üstelik gölde
            çölü, çölde gölü görecek kadar da mahir değildi hala. Anlam telaşesinden uzak bir
            insaniyet ağrısıydı onunki. Yürüdüğü yolda ardından çok insan gelecekti de o bundan
            bihaberdi.
               Böyle böyle düştü Zamani, rüyalarını hayatına benzetmeye çalışmanın azabına.
            Dağlar aştı, ovalar geçti. Alıngan vakitlerden geçti, delişmen mevsimlere değdi. Buğday
            yangınlarından uçup dipsiz derelerden geçti. Irmak boylarına varıp alaca sulardan
            içti. Yeleleri esmer bir atın sırtında çok rüyalar gördü, çok hayallerden geçti. Tanık
            tutulmaya yazgılı dağlar ile devinip çağlamaya yazgılı ırmaklar arasında dolanıp
            dururken, kendi kaderinin yalnızca tanıklıktan mı yoksa devinip çağlamaktan mı
            geçtiğini merak etti. Merak? Ah bu merak, Zamani’ye neler etti!
               Zamani, gide gide bir şehre vardı ki tıpkı rüyalarındaki gibi kokmakta. Rüyalarında
            gördüğü su saatleri şehrin muhkem sarayında şırıl şırıl akmakta. Uzayıp gitmekte
            kumlar. Kimi zaman alabildiğine durgun, kimi zaman alabildiğine asi ve öfkeli kum-
            ların mekanı bir çöl uzandı Zamani’nin önünde. Ve Zamani çöle uzandı. Dolaştıkça
            genişleyen yüreğindeki değişimi, alev ateş bir rüzgar yüzünü yalamaya başlayınca
            fark etti. Metrelerce uzunluktaki kaya parçalarını kuma dönüştürüveren kuvvetli
            kum fırtınaları gördü. Mevsim bile hayret etti gün gün değişen çöl yüzeyine tanık
            tutuldukça. Mevsim ki elli yıl yağmur almazdı çölün kimi kısımları. Uzun kulaklı çöl
            tilkileri, kara kurbağaları bütün günü yer altında geçirip yalnızca günbatımlarında


            60
   55   56   57   58   59   60   61   62   63   64   65