Page 113 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 113

Esin Yılmaz | Büyük Kapının Öyküsü

               Çarşının delileri de vardı. Şehrin en esaslı delileri ne yapar ne eder bu çarşıyı
            bulur ve oranın insan mozaiği arasında yer alır, büyük repertuvarı tamamlar-
            lardı. Bunlar içerisinden birkaçı, bazı geceler, çarşının bir kenarında gündüzden
            gizlenir, geceyi orada geçirmek için kapının kapanmasını sabırsızlıkla beklerdi.
            Ve kapı kapanınca onlar, türlü yüzlerle sarmaş dolaş, bir geceyi daha geçirecek
            yerlerini bulmuş olmanın mutluluğu içinde uykularına dalarlardı.

               Bekçi, işte böyle gecelerde çarşı içerisinde ihtiyatla yürürken bunlara rastlar
            ve onları yarı uykularından düdüğüyle uyandırırdı. Uyanan deliler ondan bir
            tütün sarmasını isterlerdi. Bekçi ve onlar çarşı içindeki çay ocağının önündeki
            masalara otururlar, bekçinin sardığı tütünden içerler ve onu dikkatle dinlerlerdi.
            Bekçi geceleri gördüğü esrarlı rüyaları anlatacak birilerini bulmaktan memnun,
            onlara sardığı sigaralardan ikram ederdi.

               Bir gece bekçi çarşıda yine onlardan ikisiyle karşılaştı. Bekçi bu gece oraya
            kadar çarşı yanında bulunan parti binasının bekçisi Mehmet Üzmez, arkadaşıyla
            gelmişti. Göreve aynı yıl başlamışlardı. İkisi de yıllardır bitişik sayılacak yerleri
            bekliyorlardı. Ama o, arkadaşının yerinde olmayı hiç istememişti. Bir binanın
            korunması için koca bir insan ömrünün heba edilmesi saçma bir şeydi onun
            için. Kendi durumu biraz farklıydı. Onun geceleri kendi sorumluluğunda olan
            bir çarşısı, çarşının büyük bir kapısı ve bu kapının ardında meçhul sesleri vardı.
            Ama en önemlisi çözülecek bir sırrı vardı. Delilerle yine çay ocağı masalarından
            birisine oturdular. Bekçi yine onlara sigara sardı, onlarsa bekçiyi dinliyor ve
            sigaranın kendilerine biran önce verilmesini sabırsızlıkla bekliyorlardı.
               Yaşlı bekçi rüyalarını anlatmaya devam ediyordu delilere. Birinci sigarayı
            içlerinden birisi kaptı. Uzun bir nefes çekti. Kırlangıçlara bir çığlık fırlattı.
            Masaya çıktı. Gözlerini diğer arkadaşına ve bekçiye dikti. Sonra kırlangıçlara
            baktı yeniden. Bu gece kırlangıçlar nedense uyumamışlardı. Çığlıklar atarak
            ortalıkta uçuşuyorlardı. Yarı anlaşılır, ama tok bir sesle mırıldandı,

               -Dönülmez bir sürgün başlat yollarıma, derinlere kadar yürüyelim dur-
            madan. Unut, unut sonra bizi, en yalnız günlerimizi gözbebeklerimizde gör.
            Kelimelerle anlatma halini yolculara, sır verme kimselere. Bir kılıç nasıl ölür
            düşünme. Yaşlı atlar zafere nasıl koşar sorma. Bu yolda yalnız yürünür mü deme
            sakın. Gözyaşlarının bengisuya dönüşüne şaşırma. Ölürken ne kadar yalnızız
            oysa. Çocukların büyüdüklerini görürsün ama fark edemezsin yaşlılığını. En
            eski masalları çocuklara değil yaşlılara anlatmalısın. Onları gerçek uykuya iyi


                                                                                    113
   108   109   110   111   112   113   114   115   116   117   118