Page 116 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 116

Hasan Nail Canat Hikâye Yarışması

            annenin tespihinin kıpırdanan püskülünü görünce kelebek kanatlarını andıran
            kulaklarını dikiyor. Âniden püskülü pençeleri arasına alıyor. Babaanne feri
            sönmüş gözleriyle seçiyor onu ve sırtına bir şaplak indiriyor, —Pist! Pist! Tuz
            ekmek haini, diyor. Kedi hırlayarak geri çekiliyor. Babaanne bastonuna uzandı-
            ğında kedi uzaklaşarak duvar dibinde sıralı keklik kafeslerinin önünden geçiyor.
            Keklikler onu görünce kafeslerini devirecek gibi çırpınıyorlar. Sen de sırtına
            bir şaplak indirince küskün küskün arkasına bakarak, karanlıkta kayboluyor.
            Muhtemelen samanlığa fare avlamaya gitti. O gidince sobanın üzerinde kulpsuz
            tencerede fokurdayan mercimek çorbası taşıyor. Bir cızırtı... Tencere indiriliyor,
            şimdi kâselerin içinde durulan çorba bayat ekmekle kaşıklanıyor. Babaanne
            yerinden homurdanıyor, —Karanlık, diyor, o kadar karanlık ki, ağzımı bula-
            mıyorum. Sen de söyleniyorsun gaz lambasını büyükannenin önüne koyarken,
            insan ağzının yerini nasıl bulamaz diye.



                                   Çakıl Taşları ve Karanlığa Yansıyan Kapı
               Gazal Abla salon dediğimiz, ama hep mutfak işlevi gören bitişik karanlık
            odadan çay bardaklarını getirmek için kapıyı ardına kadar açıyor. Kapanma-
            ması için eşiğe hantal bir ayakkabının burnunu sıkıştırıyor. Kapıyı açınca bitişik
            odanın zemininde kapının çerçevesi yansıyor. Odaya buz gibi bir hava süzülüyor.
            Lambanın alevi titriyor. Hepimiz susup bekliyoruz. Babaanne bir muhafız gibi
            bastonunu kavrayıp kimseyi yaklaştırmadığı için Gazal Abla gaz lambasını
            yanına alamıyor elbette. Daha doğrusu kimse gaz lambasının durduğu tarafa
            hareket etmeye yeltenemiyor. Babaanneye göre gözlerine çöken karanlığın sebebi
            yaşlılık değil, yetersiz ışık. Gazal Abla hayalet gibi sağa sola seğirterek şekeri,
            bardakları, çay kaşıklarını bulup tepsiye diziyor. Daha evlenip İ.’ye gitmesine,
            o üflesen çatıları uçacak kibrit kutusu evlerle dolu mahalleye taşınmasına, suyu
            mor akan o kanalın kıyısında iki göz odalı gecekonduda yaşamasına çok var.
            Ama okuldan getireceği bir kitaptan bana resimleri göstererek o meşhur masalı
            okumasına az bir zaman var. Babalarının ormanda terk ettiği çocukların çakıl
            taşlarını takip ederek evin yolunu bulduğu masala az bir zaman var. O masalı
            hatırlayacağım. Gürültülü suyun kenarındaki tarlada çalıştığın bir gün, sana
            yemek getirmek için yola koyulduğumuzda ablam, —Kaybolduk diyecek, annem
            bizi kaybolalım diye gönderdi. Gerçi masalı biliyor olsam da o an sadece başını
            ve ortasını hatırlayacağım hüngür hüngür ağlayarak. O an benim için masal,


            116
   111   112   113   114   115   116   117   118   119   120   121