Page 118 - hnc_hikaye_yarismasi
P. 118

Hasan Nail Canat Hikâye Yarışması
                                  Avcı, Geyiğin Gözleri ve Karanlıkta Sesler

               Öyleyse anlat baba, masalı anlat. Avcıyı mesela, korkusuz ve kurnaz avcıyı.
            Sen anlatmasan da ben yine zihnimde canlandıracağım. Hani öldürdüğü geyiğin
            derisini yüzüyordu. Zifiri karanlık gecede, mağarada, ateşin başında, bilekleri
            kan içindeydi. Tüfeğini mağara duvarının çıkıntısına asmıştı. Sen tüfek deyince
            ben başımı kaldırıp duvarda asılı mavzere bakmıştım. Dışarda sicim gibi bir
            yağmur demiştin, yine başımı kaldırıp karanlık dünyaya açılan pencereye bak-
            mıştım. Avcı yanı başındaki kütüğün üzerinde geyiğin kesik başını görünce bir
            an ürpermişti. Sanki kütük geyiğin gövdesiydi ve yere uzanmış bir biçimde,
            parlayan belirginleşen cam gibi gözleriyle avcıyı ve gövdesinin parçalanışını
            seyrediyordu. Ürpermişti avcı. Bu bakışlardan kutsal bir geyiği öldürdüğünü
            anlamıştı. Dahası sanki bu gözler, ömrü boyunca onu tepeden izlemiş ve yap-
            tığı her şeyi kaydetmişti. Avcı o an donup kalmıştı. Hatırlamak bile istemediği
            ayıp şeyleri ve günahları gelmişti aklına. Bu bakışlar ona çevriliyken hiçbir şey
            yapamayacağını anlamış ve kesik başı boynuzlarından tutup mağaranın dibine,
            karanlık bir köşeye götürmüştü. Hayatında ilk defa korkmuştu. Geyiğin kesik
            başına arkasını dönse de bir çift gözün onu izlediğini hissediyordu. Mağaranın
            kuytusundan sırtına iki namlu doğrultulmuş gibi tedirgindi. Nihayet ürpertisi
            hafiflemiş, eski temposuna kavuşmuştu ki bu defa başka bir çift gözle karşılaş-
            mıştı. Mağaranın girişinde uzun boylu yaşlı bir kadın çakan şimşeklerin aydın-
            lığında dikilmiş ona bakıyordu. Kadının gözbebekleri geyiğin berrak gözlerinin
            aksine ince bir zarla örtünmüştü. Derisi kurumuş bir balığınki gibi demiştin.
            Kadın hiçbir şey demeden gelip ateşin kenarında oturmuştu. Avcı da bir şey
            sormayıp koca bir et parçasını pişirdikten sonra ona uzatmıştı. Kadın kendisine
            uzatılanı iştahla yemiş, ardından sırtını ateşe verip uyumuştu. Avcı da katlettiği
            kutsal geyiğin hayra vesile olmasından mesut, tatlı bir uykuya dalmıştı. Böylece
            ateş küllendikçe mağaranın dışında bekleyen karanlık içeriye sökün etmişti. İğne
            ucu parıltılarıyla son közler de karanlık tarafından emilince yaşlı kadın yerinden
            doğrulmuş ve gelip avcının başına dikilmişti. İnce eteğinin altından bir hançer
            çıkarıp öyle bir atiklikle avcının sırtına saplamıştı ki, onu ortadan ikiye bölmüştü.
            Fakat az sonra mağaranın derinliklerinden gök gürültüsüne benzer bir patlama
            duyulmuştu. Bir silah sesiydi. Avcıydı ateş eden. Kadın olduğu yere yığılmıştı.
            Ateşin küllenmesiyle usulca yerinden kalkmış, oradaki kütüğe kaputunu giydirip
            tüfeğiyle mağaranın kuytu bir köşesine sinmişti. Belki de uyumaya yakın geyiğin
            verdiği ürpertiyle ihtiyatı elden bıraktığını fark etmişti. Böyle dağ başında, ıssız


            118
   113   114   115   116   117   118   119   120   121   122   123