Page 55 - kayseriden_kopan_turku
P. 55

bir zamanlar çalgıcı dediği, çoban müziği yapıyor dediği, çalışmayan arabasını çalıştırabilmek için motorunu
            açtığını, bu yüzden pardüsesinin kollarının kirlendiğini bilmeden onu, konser yolculuğu sırasında pasaklı,
            kirli bulduğu adamla. Muazzez Hanım, üzülür olanları öğrendiğinde. Günlerce, geceler boyu bu olayı ko-
            nuşurlar. Günlerce uyuyamaz Muazzez Hanım. Uzun bir süredir ağzından gelmeyen kan, ince bir şerit gibi
            sızar yeniden dudağının kenarından. Dayanamaz bir akşam ve yalvaran, titreyen, inleyen bir sesle konuşur
            Yıldız’ın gözlerinin içine bakarak:
            —“Çok rica ediyorum. Hatta yalvarıyorum. Ne olur evlenme bu adamla.”

            Susar Yıldız. Bir şey söylemez.
            Muazzez Hanım, kızının gözbebeklerinin derinlerine kadar iner. Şaşırır. Dudaklarında acı bir gülümseme
            belirir. Başını öne eğer, iki yana sallar, döner ve ağır adımlarla odadan çıkar. Bitmiş, tükenmiş gibi. Yanmış,
            yıkılmış gibi.
            Karı-kocanın baş başa verip, Onun diğer odada dikiş işleri ile uğraştığı gecelerdeki, ara sıra fısıltı halindeki
            uzun süren konuşmaları haftalarca sürer. Dakikalarca suskunluk başlar her ikisinde de. Sonunda karar verilir:

            Çok az nişanlı kalmak şartıyla bu izdivaca…
            Evet.



            AHMET GAZİ VE YILDIZ AYHAN’IN EVLENMELERİ
            Tarih 29 Ekim 1953                                                                            55

            Ankara Gençlik Parkı. Uzunca bir salon.
            Akrabadan. Memleketten. Hanımefendiler, beyler. Tanıdık yüzler. Sanat çevresinden insanlar. Bir köşede
            sessizce onları seyreden çiçekler.
            Ve Hanım Ana.

            Ve Mahmut, karısı, çocukları oğlan tarafından.
            Uzak bir köşede sessizce, son derece üzgün, yıkılmış ama gökten düşen bir Yıldız adına mağrur, gururlu
            olmaya çalışan Muazzez Hanım. Sürekli gülümseyen, belki de gülümsemeye çalışan Necati Bey.

            Ne olup bittiğini hâlâ anlamamış, boş gözlerle çevreyi seyreden bir Ağabey.
            Ve O…
            Narin, becerikli parmaklarıyla diktiği eflatun rengi bir tuvalet içinde masallardan çıkmış gibi, biblo gibi, hayâl
            gibi, dünyanın en büyük ressamının yaptığı tablo gibi, gökyüzünün en uzak bir yerinde asla ulaşılamayacak,
            güzelliğinden, alımından, çalımından hatta nazından, edasından, gözleri anında kör edebilecek, henüz
            keşfedilmemiş bir yıldız gibi, etrafa mahcup, masum, ince dudaklarının ucuyla gülücükler gönderen O.
            Yıldız Süslen Balboy.

            Fotoğraf çekimi başlar. Aynı karede görülmeye çalışan insanlar. Ama Muazzez Hanım yoktur. Ama Ağabey
            yoktur. Onlar giderler. Onlar, kalpleri milyon parçaya bölünmüş bir durumda çekip giderler. Ayakta durmakta
            zorlanan Muazzez Hanım, gözpınarlarından solgun yanaklarına süzülen iki damla yaşı, hatta dudağının
   50   51   52   53   54   55   56   57   58   59   60