Page 96 - kayseriden_kopan_turku
P. 96
ve karakterim babama çok benzer. Ama keşke müziğinin dehasından koklamış olsaydım. Ve şimdiki nesle
onun dehasını, yeteneğini ben tattırabilseydim. Ne fayda ki bu mümkün değil. Şimdi onun adının olması
gereken türkülerde başkasının adı var. Örneğin; Ahmet Sezgin babamı çok severdi ve babamdan kendisine
bir türkü bestelemesini istemişti. Annem mutfaktayken kendisi oda da;
“Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır
Bugün posta günü canım sıkılır.”
Adlı türküyü besteledi ve bu türkü Ahmet Sezgin ile çok meşhur oldu. Bu türküyü hem plağa okudu, hem
de radyoda okudu. Çünkü babam politik değildi. Bir şey yaptığında arkasını, önünü düşünmez o an ne
düşünüyorsa onu yapardı. Bundan dolayı önü kesildi. Ama halk onun çok büyük bir sanatçı olduğunu her
zaman takdir etti ve hâlâ ediyor.
Seni anlatmak çok kolay ve çok zor babacığım, ancak seninle yaşayıp seni hissetmek lazım. Keşke ölmeseydin
de senin gücünü hep arkamda hissetseydim.
Seni seviyorum. Yerinde rahat uyu babacığım.”
Nurdan Ayhan
Biz, aristokrat bir aileydik. Ahmet Gazi Ayhan’ın yaptığı müzik ki o devirlerde
96 “Çoban Müziği” derlerdi, bizim eve giremezdi. Hatta O, bize göre sıradan bir çalgıcıydı.
Annem, boğazdaki yalıda büyümüş, ud, keman, piyano çalan, defterdarlıktan şef olarak emekli olmuş, Kırım
göçmeni Muazzez Hanımdır. Dedem o devrin binbaşılarındandı.
Onlar hiç yokluk görmemişler ama bir defasında üç kardeşi ile sofrada zeytin yerlerken dedem onlara;
“Zeytini tane olarak ağzınıza atmayın. Harp var ve asker aç.” demiş.
Çok gariptir zeytinin bende de ilginç bir anısı kaldı. Biz Ankara sanatçısıydık ve büyük bir konser olmazsa
gitmiyorduk. Hatırladığım kadarıyla Malatya’ya yirmi beş kişilik bir ekiple konsere gidiyorduk. Mevsim kış’tı.
Geceleyin bir yerde durduk. Fırıncı ekmekleri yeni pişirmişti ve biz almak isteyince, sabah için gerekçesiyle
vermedi. Ama açtık ve almak zorundaydık. Sonunda sazcılarımızdan bazıları fırıncıyı lafa tutup oyaladı ve
biz parasını oraya bırakmak şartıyla ekmek çaldık. Ancak kimsede katık ve katık alacak yer de yoktu.
Çantamda yalnızca 3 tane zeytin vardı. Ayhan, ben ve Türk Sanat Müziği söyleyen bir hanım sanatçı zeytinleri
bölüştük. Hemen söyleyim; İleriki yıllarda sazcılarımıza 4 mevsimlik elbise diktirirdik.
Babam önceleri Üsküdar baş komiseriyken daha sonra Atatürk’ün emriyle Onun koruma polisi ve Kırım
göçmeni Necati Baybol. Bizim evimizde Türk Sanat Musikisi vardı. Türk Halk Müziği yoktu. Ben daha 9-10
yaşlarındayken o dönemin Türk Sanat Musikisi üstatlarından ders almaya başladım. 15-16 yaşına gelinceye
kadar rahmetli babam her ay, Radife Erten, Sadi Hoşses, Melahat Pars, Ekrem Güyer ve piyano dersi aldığım
hocaların paralarını birer zarfa koyar ve kendilerine verirdi. Radyo sanatçısı olmak istiyordum. Ama asla
sahneye çıkmak, bu işten para kazanmak gibi bir düşüncem yoktu ve zaten babam istemezdi. Üstelik 1952-53
yıllarında çok ayıp bir şeydi. O zamanlar ki adım Yıldız Süslen’di ve herkes beni “Süslen” diye çağırıyordu.
Ayrıca Musiki Cemiyeti’ne de gidiyordum. Beni akşamları Yusuf götürüp getiriyordu. Ben radyoya hatıra