Page 190 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 190

dönmezdi. Oysa  şimdi kararından dönmek zorunda
                                  kalıyordu. Bunu düşünecek ve sakin kafa  ile  kararını
                                  yeniden verecekti. Yukarıdaki evin yolunu bu nedenle
                                  tuttu.
                                       Karanlıkta  hızla    yürüyordu.     Tembellerin,
                                  Kepişiklerin, Kara  İsmaillerin evlerinin yakınından
                                  sessizce geçti. Yukarda ki eve geldiği zaman, bir
                                  ıssızlık ve yalnızlık duygusu onu kavradı. Yengesi
                                  aşağı eve inmeden önce yatağını yapmış, yiyecek bir
                                  şeyler   hazırlamıştı.  Yoğun     düşünceler    içinde
                                  kıvranıyordu. Buna rağmen karnının aç olduğunu
                                  hatırladı. Çemenle birlikte bir parça ekmek yastık
                                  taşının üzerinde duruyordu. Kevgirdeki gül üzümünü
                                  katık yapıp yedi. Etrafta kimseler yoktu ama Ahmet
                                  kendi kendine konuşuyordu.
                                      “ O eşkıya nasıl hainlikle adam öldürüyorsa, ben de
                                  aynı şeyi yapacaktım. Her gün bir şehit haberi gelirken,
                                  şehitlerin hatırasına saygı göstermek  şöyle dursun,
                                  malına mülküne  eşine göz diken bu canavar ortadan
                                  kalkmalı “ diyordu.
                                      Ahmet  önce  arkalarında yükselen, karanlık Yılanlı
                                  Dağı’na, sonra Damlama Kaya’ya, Minare  Kaya’nın
                                  sülietlerine baktı. Kayalar karanlıkta belli belirsiz
                                  çizgilerle belli oluyordu. Yalnız Erciyes tarafında ki
                                  evlerden, Tembeller fener yakmışlar, onun  şavkı
                                  parlıyordu. Etraftaki  karanlık koyu bir katran gibi
                                  dünyayı sarmıştı. Karanlık içinden, en ufak bir hayat
                                  emaresi görünmüyordu. Yalnız olduğunu hisseden
                                  Ahmet, arada tek borulu ağızdan dolma tüfeğine el
                                  atıyor, oturduğu yatağın üstünde, çevreyi dinliyor,
                                  gökyüzünü seyrediyor, düşünüp duruyordu.
                                       Her şey berbattı. Elini nereye atsa, eline geliyordu.
                                  Şehitler, komitalar, eşkıyalar, asker kaçakları, hastalık,
                                  yokluk, her türlü felaket insanları kavramıştı. Kulak


                                                           182
   185   186   187   188   189   190   191   192   193   194   195