Page 261 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 261
olduğu şekilde cezalandırılmış olurdu. Ahmet, dişlerini
sıkmış, Şükrü Efendiye uymaya çalışıyor, ona hak
veriyor, başlarına bir şey gelmemesi için dualar
ediyordu.
Karamuk çalıları arasında kazan büyüklüğünde bir
kaya vardı. O kayaya ulaştılar ve derin bir sessizlik
içinde kayanın ardına sindiler. Ahmet’in işaret ettiği
tarafa, tüfeği mağara ağzına uzattılar. Namlunun
ardına Şükrü Efendi büyük bir soğukkanlılıkla kıvrılıp
oturdu. Karamuk çalılarının sivri dikenleri her ikisini
yokluyor, sivri dikenlere aldırmadan sabır ve inatla
mağara ağzını kolluyorlardı. Sessizlik kalın bir duvar
gibi çevreyi sarmış, koyu karanlık her yeri doldurmuştu.
Dağın aşağı kısmı görünmüyor, yalnız koyu karanlığın
azgın girdabı derinlere kadar iniyordu.
Önce doğu taraftaki tan yerinin karanlığı dağılmaya
başladı. Karanlık gevşiyor ve belli belirsiz bir aydınlık
kendini gösteriyordu. Arpa dağının üzerinden, Hasan
Dağı’ndan, Kızlar Hanı’ndan başlayan aydınlık gittikçe
büyüdü. Önce kayaların çizgileri belli olmaya, sonra
birer birer ağaçlar evler, yollar ortaya çıkmaya başladı.
Çiğ düşmüş otlar, çalılar, ağaçlar karanlıkların içinden
süzülüp geliyor ve korkunç karanlığı, aydınlığın güler
yüzü ortadan kaldırıyordu.
İki genç sabah serinliğine rağmen ter içinde kaldılar.
Kımıldamaya korkuyor, tüfeğin iki horozu da kalkık,
destek aldığı kayanın ardında donmuş gibi
bekliyorlardı. Horozun hemen altında ki kapsüller
parlıyor, kalkık horozlar, sanki çöğelen iki engerek
yılanın parlayan dişlerini andırıyordu. Şükrü’nün
parmağı tetikte, önce sağ gözü ateşleyecek, sonra sol
gözün tetiğini çekecekti. Avuçlarını, ellerini ikide bir
giysilerine siliyor ve dikenli karamuk çalılarının
arasında, mağaradan çıkacak adamı bekliyordu.
253