Page 262 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 262
Ahmet nefessiz yatıyor, kımıldayamıyor yattığı yerde
olacakların korkunçluğunu düşünüp duruyordu.
Tan yeri ağardıktan sonra gri bir aydınlık doğayı
kapladı. Avcılar nefessiz, mağara ağzını kolladı. Bir
müddet sonra doğu taraftaki tepelerin üzerinden altın
bir tepsi içinde ki güneş, ışıklarını salmaya başladı. Al
renkli ışıklar Erciyes’in zirvesine, sonra da daha
aşağılara indi. Yeryüzü gittikçe aydınlanıyor, dağların
zirvesinden başlayan aydınlık daha aşağılara süzüle
süzüle iniyordu. Niyet ahalisi uyanıyor ve evlerde
ocaklar tütmeye başlıyordu. Tezek kokusu, yanan
otların kokusu buralara kadar geliyor ve pişen
bazlamaların çorbaların hayali iştah açıyordu. Fakat ne
Ahmet Efendi ve ne de Şükrü bunları düşünecek
durumda değildi. Parmaklar kasılmış, gözleri mağara
ağzında, en ufak bir hareketi kaçırmadan gözlemlerini
sürdürüyordu. Şimdi karşıdaki kayada bir üzüm
sığırcığı vardı. Kahverengi kırçıl tüylerini temizliyordu.
Birden birkaç çift kınalı keklik süzülerek damlama
kayaya kondu. Sabah serinliğinde esen meltem, otları
ağaçları dalgalandırdı. Bir sürü güvercin, evlere doğru
kavisler yaparak uçtu. Yukarda ki tek iğde ağacının
hemen yanından kazak bir keklik kalın ve kekremsi
sesiyle ötmeye başladı. Nihayet arı kuşları göründü ve
doğa şöyle bir uyanıp alabildiğine gerindi.
Şafak sökmüş, etraf aydınlanmıştı, Erciyes’ten
başlayan aydınlık tüm ovayı tuttu. Hacı’nın mağarasını
terk etme zamanı çoktan gelmişti. Avcıların yürekleri
şiddetle çarpıyor, Şükrü Efendi tüfeğin namlusunu
adamın ense kökünden bir milim ayırmamayı
kuruyordu. Çıkan serin rüzgar otları, çalıları, yepelek
otlarını yeniden dalgalandırdı. Yine gökte siyah
kanatları ve beyaz gövdesi ile kartallar belirdi. Üzüm
bağları üzerinde uçuyor, kaldırıp yükseklere
254