Page 272 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 272
Kaya’ya geçip gittiler. Orada hayat dün ne ise bu gün
de öyle oldu. Güneş önce Erciyes’in zirvesini
aydınlattı, sonra yavaş yavaş ovaya indi. Önce alaca
karınlık, karanlığı kovdu. Alacakaranlık sonunda ışıltılar
içinde aydınlığa dönüştü. Güneş al renkli mızraklarını
tepelerde gezdirdi. Nihayet gün her yere yayıldı ve
etraf aydınlığa boğuldu. Şükrü milim kıpırdamadan
mağaranın ağzını bekledi. Her an Hacı ortaya
çıkacakmış gibi durdular. Beklediler ama nafile, Hacı
yine ortalarda görünmedi. Gün yükseldi. Niyette
ocaklar yandı, dumanlar tüttü. Yine sabah yeli yüzlerini
okşayıp geçti. Karamuk çalı dikenleri baldırlarına,
ellerine, ayaklarına battı. Her şeye katlandılar. Fakat
Hacı görünmedi.
Ahmet düşünüyordu. Garip bir boşluk ruhunda yer
etmiş, artık çektiği heyecandan yorulmuştu. Şükrü ile
yan yana yatıyorlardı. Üstelik onun ılık ve yumuşak
vücudunun teması, Ahmet’i garip şekilde etkiliyordu.
Onun nefesi, Ahmet’i yıldırıyordu. Şükrü’nün elleri ve
ayaklarına gözleri kayıyor, onların ufacık şeyler
olduğunu görüyordu. Ahmet, gördüklerine ve
hissettiklerine bir anlam veremiyordu. Sonra
düşünüyordu. Şükrü de aslan gibi bir yürek vardı.
Hacı’nın hiç şansı yoktu ve ortaya çıktığı an Şükrü
onun hayatını söndürecekti. Ahmet ondaki kararlılığa
ve yürekliliğe hayran, onu gözlüyor ve bekliyordu.
Görünüşte Şükrü, Hacı’yı dişi ile tırnağı ile parça parça
edecekti.
Ahmet kendini utandıran duygularından kurtulmaya
çalışıyordu. Zihnini başka şeylere yormaya çalıştı.
Birden aklına geldi. Dün mağaraya yakın delikten bir
çift sarı yılan çıkmıştı. Onu hatırlayınca düşünmeye
başladı ve zihninde şimşekler çaktı. O üçgen kafalı sarı
yılanlar Küçük kavaklıda yaşardı. En zehirli yılanlardı.
264