Page 281 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 281
Ahmet’te eski telaş ve kararsızlıktan eser yoktu. O da
en az Şükrü kadar kendine güveniyor, ayağını yere
sağlam basıyordu. Tüfek elde ve tetiğe bağlı horozları
açıktı. İki gözün iki kızıl kapsülü, kundak ile namlunun
birleştiği yerde parlıyordu. Ahmet yükselen güneş
ışığında parlayan kapsüllere ve tetiğe dokunmamaya
özen gösteriyordu. Gecenin bir yarısından beri kıvrılıp
kalan bacaklarına can gelmesi için hafif hareketler
yapıyor ve bir taraftan da tüfeği mağara ağzından
ayırmıyordu. Ahmet bir müddet görünen karanlık deliği
gözledi. Etrafa defalarca göz attı. Yadırgı bir şey
görmeyince de bir gölge gibi mağaranın ağzına yanaştı
ve içeri süzüldü.
Vakit öğleye yakındı. Yine de dağda derin bir
sessizlik vardı. Sessizliği bozan tek şey Damlama
Kaya’dan gelen keklik sesiydi. Gökte ise yine bir alacalı
kartal dönüyor, hala kendine bir av arıyordu. Sıcak
havada bir yılan ebesi dinazorların son halkası
kuyruğunu sağa sola devirerek telaşla geçip gitti.
Kahverengi kanatları ve uzaktan bile görünen antenleri
ile nadir bulunan bir kelebek dünyadan habersiz
ballıbabanın tomurcuğuna kondu. Yine bir dambıra
saydam kanatlarını hızla çırparak güneşe doğru uçtu.
Oysa Ahmet bin bir heyecan içinde tüfeğin namlusu
önde, mağaranın içinden gelecek en ufak bir ses ve
harekette, ateşe hazır sürünüyor ve milim milim
ilerliyordu.
İçerde alaca bir karanlık vardı. Giriş hafif bir meyil ile
aşağıya bel veriyordu. Kendini aşağıya bıraktı. Tüfek
hep ilerde, horozları açık ve ateşe hazırdı. Nihayet
mağaranın tam orta yerinde ki bir yerde kendini buldu.
Hiç bir korku hissetmiyordu. Delicesine bir cesaret
gelmiş, gözleri alabildiğine açık, mağarayı gözlüyordu.
273