Page 317 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 317

kardeşlerim, yengem ve çocukları üzümleri  kestik.
                                  Bizim oralarda üzüm erken olur ve turfanda  üzümü
                                  küfelere yükledik. Yengem keçi kılından bir güzel bıyık
                                  yaptı.  Mahsus kir ve pis kokular  sürünüp yola çıktım.
                                  İnsanların  uzağından    geçiyor,   kimseyi   yanıma
                                  yaklaştırmıyordum. Böyle böyle köyleri dolaştım. Her
                                  yerde kadın vardı. Kocaları, evlatları, kardeşleri
                                  askerdi. Üzümleri çok  sevdiler. Paraları yoktu, güzel
                                  sulu elmalar ile değiştim. Beni yeni yitme bir çocuk gibi
                                  görüyor, bıyıklarımın yeni terlediğini düşünüyorlardı.
                                       Şükrüye’nin gözünden yaşlar hala akıyordu. Fakat
                                  artık sesi titremiyor, olacaklara sabırla katlanacağını
                                  belli ediyordu. Yeniden konuşmaya başladı,
                                       “Dönüş için yola çıktım ama karanlığa kaldım. Yolu
                                  da  şaşırdım. Buralara düştüm.  İşte bu  sırada yağmur
                                  bastırdı. Keşke gelmeseydim. O  namussuz  eşkıya
                                  orada bekliyormuş. Benim kara gözlü eşeğimin
                                  kimseye zararı  yoktu. Üstelik benim, kardeşlerimin ve
                                  amca çocuklarının,  yani koca bir ailenin ümidi ve tek
                                  geçim kaynağı idi. Elleri kırılsın, neden tüfek sıktı,
                                  durup dururken eşeğimi neden vurdu, hala  anlamış
                                  değilim.  Korkak herif, anlaşılan gece karanlığında bizi
                                  başka bir  şey sandı. Acımadan ateş etti. O zavallı
                                  hayvan, gidilecek yolu, köyü bilir ve tozlu yollarda can
                                  yoldaşım olurdu. Tanrı, eşeğimin intikamını aldırmadı.
                                  Fakat seni ve aileni tanıdım. Eşeğim ölmese, yine
                                  buralarda sizleri bilemeyecek, göremeyecektim. “
                                     Böyle derken Ahmet’e döndü. Artık akan yaşların
                                  gözlerinde parlamasına aldırmadan konuşuyordu.
                                     “  Dayanamıyorum. Yaban illerde, aç susuz,  hayatın
                                  tehlikede, merak ve korku ile gez, bir lokma ekmek ara,
                                  bana çok  güç gelmeye başladı. Hatta ölmek bile
                                  istedim. Yalnızlık ve açlık çok kötü  bir  şey. Kimsesiz,
                                  dayanaksız, kıtlık ile boğuşmak çok zordu. Eşeğim de


                                                           309
   312   313   314   315   316   317   318   319   320   321   322