Page 50 - Yılınlı Dağı Kitap
P. 50
karpuzların kabukları duruyordu. Yarı kuru haldeydiler.
İçimizden bir asker, kabuklara sahip çıktı. Bize silah
çekti. Fakat araya girenler onu yatıştırdı. Karpuzun
kabuklarını yirmi kişiye taksim ettik. Hisseme düşen bir
lokma kabuğun lezzetini hiç unutmuyorum. Sonra
bizden olan başka birliklere rastladık”
“ Allah’ım sen esirge! Biz burada yokluk ve sıkıntı
çekiyoruz ama, size bakınca nur alem nur yaşıyoruz.
Anladığım düşman her yerde, su yok, yiyecek yok,
kupkuru çölde yaşamak mümkün değil. Neyse sen
buralara gelebilmişsin.”
Yunus Çavuş belli ki o günlerin dehşetini yaşıyordu.
Sanki görmüyor gibi etrafına bakıyor, belli ki evinin,
eşyalarının, komşularla beraber olduğuna sanki
inanamıyordu. Memleketine, komşularına, en
sevdiklerine kavuşmuş, o korkunç ve kanlı günleri
geride bırakmıştı.
“ Çöl uçsuz bucaksız, sadece kum vardır. Rüzgar
çıktığında o ince kum taneleri bir mermi gibi insanın
örtülü olmayan yerine, eline, koluna, alnına değiyor ve
değdiği yeri yakıyordu. Kum taneleri soluk almamıza
bile engel oluyordu. Bir başka seferde çölde aniden
fırtına patlak verdi. Tam o sırada Hecin develi, Arap
süvarileri bize saldırmayı planlıyormuş. Fırtına onları
tam zamanında vurdu. Kum tepesinin ardına saklanan
hecin develeri, kum tepesi yer değiştirince açığa çıktı.
Büyük bir kısmı kumların altında kaldı. Biz de fark
ettiklerimizi öldürdük. Fırtına çıkmasa birden
saldıracaklarmış. Açıkta kalınca perişan oldular. O kum
dalgaları arasında çıkan savaşı korkunç bir rüya gibi
görüyorum. Sanki ölümden de öte bir şeydi. Kum
fırtınasının içinde kaldık ama savaşı kazandık. Zaten
kalleşçe saldırmasalar hep yeniyorduk.”
42